
Mya Shone & Ralph Schoenman *
(Socialist Organizer Ulusal Örgütlenme Komitesi adına)
Minneapolis’te, Kentucky’de ve tüm ABD’de kitle gösterileri patladı. Siyahi erkek ve kadınların polis tarafından öldürülmeleri karşısındaki bastırılmış öfke artık “adalet” ve polis prosedürlerinde yapılacak düzenlemeler yönünde yapılan hissiz çağrılarla zapt edilemiyor. Dört yüzyıl sürmüş olan kölelik ve kurumsal ırkçılık tutulmamış sözler ve gerçekleşmemiş değişimin mirasını oluşturuyor.
25 Mayıs Pazartesi günü Minneapolis polis memuru Derek Chauvin, üç diğer polis memuru ile birlikte 46 yaşında bir siyahi erkek olan George Floyd’u vahşice öldürdü. Floyd zaten kolları arkasından kelepçelenmiş ve yere yatırılmışken neredeyse dokuz dakika boyunca tüm vücut ağırlığını kullanarak dizini Floyd’un boynuna dayadı ve yavaş yavaş onun boğularak ölmesine yol açtı. 17 yaşındaki Darnella Frazier tarafından videoya çekilen olayda George Floyd’un çaresizce “Lütfen, nefes alamıyorum” diye yakarışları tüm ABD’de yankılandı. Nefes almaya çalışırken Floyd “Karnım ağrıyor. Boynum ağrıyor. Lütfen, lütfen memur, nefes alamıyorum. Beni öldürme!” diyor.
Floyd’un “Nefes alamıyorum” çığlıkları zihinlerde Eric Garner’ın hatırasını da canlandırdı. 2014 yılında New York şehrinde bir polisin üzerine çullandığı ve boğazını sıktığı 43 yaşındaki bir siyahi erkek olan Garner’ın da son sözleri “Nefes alamıyorum” olmuştu. Bu durum da polislerin yine cezasız kalarak böyle cinayetler işlemeye devam edecekleri algısının yerleşmesini beraberinde getirdi.
Floyd’un ölümünün hemen ardından dört Minneapolis polis görevlisi görevlerinden alınmış olsalar da birçok açıdan çekilmiş bariz videolara karşın, Hennepin savcısının Chauvin’i tutuklaması ve üçüncü dereceden cinayetle suçlaması beş gün aldı, bu suçlama ile niyetin kanıtlanması gerekmiyor. Minnesota dahil sadece üç eyaletteki yasalarda mevcut olan üçüncü dereceden cinayet suçu için en fazla 25 yıl hapis cezası verilebiliyor. Floyd’un ailesi ve toplum birinci dereceden cinayet suçlaması getirilmesi için basınç uygulamıştı. Bir polis memuru öldürülmüş olsa otomatik olarak getirilecek suçlama da buydu. Birinci dereceden cinayetten ceza alanlar ömür boyu hapis yatıyor.
Chauvin’e kasten adam boğma suçlaması da yöneltildi. Bu suçun da cezası en fazla 15 yıl. Diğer üç polis memuruna yönelik suçlamalar ise henüz yapılmadı. Eski bir federal savcı olan Paul Butler’in MSNCB televizyonunda açıkladığı gibi (05/29/20), bu suçlamalarla hüküm giymesi ve mahkum olması daha çok uzak.
2019 yılında polis ABD’de son dört yıldır da yapmış olduğu gibi 1099 kişiyi öldürdü. ABD nüfusu içerisinde siyahiler %13 ya da sekiz kişiden biri olduğu halde, polis tarafından öldürülenlerin yüzde yirmi dördü ya da dört öldürülenden biri siyahi. Polisin bu ölümlerden bırakın ceza almasını, suçlanması beklentisi bile çok az. Polisin insanları öldürdüğü olayların sadece yüzde birinde polisler ceza almış durumda. Yani birini öldüren polis memurlarından %99’undan fazlası cezasız kalıyor ve bu da polislere insanları öldürme yetkisi verilmiş olması anlamına geliyor, özellikle de siyahileri ve ABD’deki diğer beyaz olmayanları.
Breonna Taylor Louisville, Kentucky’de bir Acil Tıp Teknisyeni olarak çalışan bir siyahi kadındı. COVID-19 pandemisi boyunca hayatları kurtarmak için uzun vardiyalar boyunca çalıştı. 13 Mart günü 26 yaşındaki Taylar evinde öldürüldü. Taylor ile aynı apartmanda bile yaşamayan biri ile ilgili baştan savma yazılmış bir arama emrinden dolayı evine giren Louisville polisleri onu en az sekiz kurşunla vurarak öldürdüler.
Bu olayla ilgili polislerden hiçbiri silah kullanmakla bağlantılı olarak suçlanmadı. COVID-19 pandemisi sürecinde kalabalıkların bir araya gelmesinin risklerine karşın Louisville’de gitgide yayılan protestolar yaşandı. Louisville meclisi üyesi Keisha Dorsey bu protestoları “insanların kendilerini ezilmiş hissettikleri bir sisteme karşı başkaldırı” olarak tanımlayarak “benim gördüğüm şu, insanlar yaraları ile, acıları ile ve hayal kırıklıkları ile bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.”
“Bir sonraki ben miyim?” dövizleri Minneapolis’li gençlerin korkusu kadar anne babalarının kaygılarını da yansıtıyor. Washington Post’un Pulitzer ödüllü köşe yazarı Eugene Robinson’ın 28 Mayıs tarihli makalesinde “Afrika kökenli Amerikalılara insan çöpü muamelesi yapmayı bırakın ve bize vatandaş gibi davranmaya başlayın.” Diyordu.
Siyahi yaşamları ve tüm işçi sınıfının hayatı olabileceği kadar uzun yaşanamıyor ve kapitalizm –üretim araçlarının özel mülkiyeti- hüküm sürdükçe yaşam koşulları kötüleşmeye devam ediyor. Kapitalizm işçi sınıfının gitgide derinleşen sömürüsüne yol açıyor, özellikle de ırksal olarak baskı altında olan topluluklarda. Herkesin görebileceği gibi yönetici sınıf iktidarı elinde tutma çabası içerisinde insanları karşı karşıya getiriyor. Yerel polis de Ulusal Muhafızlar da bu iktidarı korumaya hizmet ediyorlar.
Lynne Anderson The Conversation’daki makalesinde (06/04/19) “Amerikan polisinin ırkçı kökenleri” üzerine yazdı. Burada özellikle beyaz gönüllü birliklerden oluşan ve köleliği sürdürmek için kanuna dayanmayan yetkilendirmeyle kimi taktikleri uygulayan köle devriyelerini anlatıyor. Bu devriyeler kaçan köleleri yakalıyor, kölelerin öncülük ettiği ayaklanmaları bastırıyor ve plantasyon kurallarını ihlal eden köle işçileri cezalandırıyorlardı. Köle devriyeleri İç Savaşın bitmesinin ardından resmi olarak dağıtıldı ama birçok siyahi mücadeleciye göre bugünün metropolitan polisi aynı fonksiyonu görüyor.
Bu değişmeli. 200.000 üyesi olan Birleşik Taşımacılık Sendikası (ATU) George Floyd’un polis tarafından öldürülmesine tepkisini çok net ortaya koydu. ATU Uluslararası Başkanı John Costa şu yönde bir açıklama yaptı: “Minneapolis otobüs şoförlerinin — üyelerimizin — polisi protestolara taşıma ve gözaltına alınmış göstericileri de bu arkadaşlarımızın çoğunun da içinde yaşadığı mahallelerinden alarak taşıma gibi tehlikeli bir görevi reddetme hakları vardır.”
Sonrasında da ATU 1005 şubesinden Minneapolis’li otobüs şoförleri protestocular ile dayanışmalarını ifade eden mektuplarında bir adım daha ileri gittiler: “Bu sistem Koronavirüsten karşı karşıya olduğumuz ekonomik krize varıncaya dek işçi sınıfında olan hepimizi ortada bıraktı. Ama bu sistem beyaz olmayanları ve siyahi Amerikalıları ve siyahi gençleri herkesten fazla yüzüstü bıraktı. Bugün her zamankinden de fazla bir İnsan Hakları Hareketine ihtiyacımız var. ATU 1005 şubesi bunu “işçi hareketi ile birleşen bir insan hakları hareketi, şirketlerin, kurulu düzenin siyasi partilerinden bağımsız bir insan hakları hareketi, içerisinde her dinden, ırktan ve cinsel kimlikten tüm işçilerin beyaz olmayanlar için daha iyi bir gelecek için ve işçi sınıfı olarak topluca kurtuluşumuz için birlikte mücadele edebileceği bir insan hakları hareketi – ekonomik adalet, ırksal adalet için ve her türlü baskıya ve her biçimi ile nefrete son vermek için bir insan hakları hareketi.”
2013 yılında genç mücadeleciler Trayvon Martin’in katilinin aklanmasına tepki olarak Siyahi Hayatlar Önemlidir (Black Lives Matter) oluşumunu kurdular (17 yaşındaki Trayvon Martin Florida’da birisini ziyaret ettiği bir güvenlikli sitede yürürken vurularak öldürülmüştü). Siyahi Hayatlar Önemlidir “devletin siyah topluluklar üzerindeki şiddetine müdahale etmek için yerel güç birlikleri inşa etmeyi” planladı.
2014 yılında 18 yaşındaki Michael Brown’un yine bir polis tarafından öldürülmesinin ardından Siyahi Sol Birlik Ağı tartışma metinlerinde şöyle diyordu: “Neden Ulusal Siyahi Kurtuluş Hareketi yeniden inşa edilmeli? – Ulusal baskı sistemi bitmedi; ırkçılığın son bulduğu demokratik bir toplumda, siyahi insanların sorunlarının, kapitalizmin sistemsel bir yapısı olarak ulusal baskı sisteminin sonucu değil de, siyahi bireylerin hataları veya yanlışları sonucu olduğu bir toplumda yaşamıyoruz.”
Şunu not düşelim ki George Floyd ve Breonna Taylor’ın polis tarafından öldürülmeleri, Trayvon Martin ve Ahmaud Arbery’nin keyfi kullanılan yetkilerle öldürülmeleri (25 yaşındaki Ahmaud Arbery üç adam tarafından South Georgia’da bir mahallede jogging yaparken öldürüldü.) siyahi insanların son on yıllarda karşı karşıya kaldığı diğer binlerce öldürme ve milyonlarca hapsedilme vakası hem Demokrat hem Cumhuriyetçi Partilerin suç ortaklığında ve onların iki partili kurumsal çerçevesi içerisinde gerçekleşmiştir.
Son birkaç aydaki çok sayıdaki siyahi kadın ve erkeklerin öldürülmeleri ve tüm ülkede COVID-19 ölümlerinden siyahilerin orantısız ölçüde daha ağır etkilenmiş olmaları bir kere daha siyasal gündeme siyahi işçiler önderliğindeki bağımsız bir siyasal parti için mücadeleyi getirmektedir. Böyle bir parti ulusal baskıya ilişkin sorunları ele alabilecektir.
Bizler Socialist Organizer örgütlenmesi içerisinde ABD’de sınıf mücadelesinin özgün bir boyutunun siyahların kendi kaderlerini tayin hakkını ve siyahi milliyetçiliğini içerdiğini kabul ediyoruz. Bağımsız bir siyahi işçi sınıfı partisinin inşasını destekliyor ve böyle bir partiyi, sendikalara ve ezilen toplumlara dayanan, bağımsız bir kitlesel işçi partisi inşa etme mücadelesi ile bağlantılı görüyoruz.
Ujima Halkın İlerleme Partisi çağrıcısı Nnamdi Lumumba, bir siyahi işçi sınıfı partisi oluşturulması ve emeğe dayalı bir parti için mücadelelerin gitgide artan ortaklığına vurgu yaparak şunları ifade etti: “İnsanları kendi sınıf çıkarları ve ulusal olarak ezilmiş bir halk olarak kendi çıkarları etrafında örgütlemeliyiz… Kapitalizm size hizmet etmiyor, emperyalizm size hizmet etmiyor ve ırkçılık size hizmet etmiyor diyen bir kitlesel işçi sınıfı partisi oluşturmamız gerekiyor.”
Bu yolda atılmış bir adım Temmuz ayında Ujima Halkın İlerleme Partisi, Bağımsız bir Parti için Emek ve Toplum (Labor and Community for an Independent Party) ve Emeğin Karşı Atağı (Labor Fightback) tarafından toplanacak olan “İki Partili Sistemin kelepçesini kırın” konferansıdır. Her zamankinden fazla ihtiyacımız olan ATU 1005 şubesi gibi sendika şubeleri ile birlikte ezilen toplulukların örgütlerinin ve mücadelecilerinin ve işçi ve emek hareketi militanlarının bu Temmuz konferansını örgütleme çabasına katılmalarıdır.
Konferansın içeriği emek ve ezilen topluluklar koalisyonları oluşturmak ve yerel ve eyalet düzeylerinde adaylar çıkarmak olacaktır. Bu adaylar –Demokrat Parti’den bağımsız olarak yerel işçi ve ezilen topluluklar koalisyonlarından yetki almış olarak – bu koalisyonlarla birlikte karşı saldırı platformlarında tespit edilen talepler için mücadele edeceklerdir. Örneğin ATU sendikamızın açıklamasında dile getirdiği gibi: “Polisin elinden bir siyahinin hayatı daha sona erdirilmemeli!
BİR KİŞİ DAHA EKSİLMEYECEĞİZ! GEORGE FLOYD İÇİN ADALET!
* Ralph Schoenman ABD’de faaliyet gösteren Bir İşçi Enternasyonali için Uluslararası İşçi Komitesi üyesi Socialist Organizer üyesi olmasının yanında Türkçe’de Kardelen Yayınlarından yayınlanan Siyonizmin Gizli Tarihi (1992) kitabının yazarıdır.
