Bu 1 Mayıs’ta, 1 Mayıs 2020’de, Bir İşçi Enternasyonali için ve Savaşa ve Sömürüye karşı Uluslararası İşçi Komitesi (IWC) uluslararası bir toplantı örgütledi.
O gün New York’tan Mumbai’ye, Gazze’den Paris’e, Johannesburg’dan Pekin’e, Moskova’dan Şili Santiago’ya değin, salgınlara ve işçilere yönelik tüm saldırılara karşın ve evde kalma önlemlerine rağmen, aynı pankart altında ve aynı dava için toplanıldı.
İşçi Enternasyonali çağrısının yapıldığı bu önemli toplantının açılış ve kapanış konuşmalarını yayınlıyoruz. Toplantının 45 ülkeden katılımcıların konuşmaları ile bütününü Türkçe altyazılı olarak İşçinin Kendi Partisi Youtube hesabından da izleyebilirsiniz.
Açılış Konuşması
Nambiath Vasudevan, Hindistan
Hindistan Bağımsız İşçi Sendikaları Konfederasyonu NTUI yöneticisi, Savaşa ve Sömürüye Karşı Uluslararası İşçi Komitesi IWC Koordinatörü
Dünyanın her yerinden yoldaşlar, arkadaşlar,
Bugün 1 Mayıs. Uluslararası İşçi Komitesi (IWC) adına ve kendim adına sizleri selamlıyorum. Ben Hindistan’dan Vasudevan. IWC’nin iki koordinatöründen biriyim. Paris’ten yoldaş Daniel Gluckstein diğer koordinatör ve bizler bu mitingi birlikte yürütüyor olacağız. IWC’nin Savaşa, sömürüye ve güvencesiz çalışmaya karşı son Açık Dünya Konferansı 2016 yılında Mumbai’de yapıldı ve Asya, Afrika, Avrupa, Latin Amerika, ABD ve Avustralya’dan 400’ün üzerinde sendikacı ve siyasal mücadeleci bu konferansa katıldı. Hindistan’da yapılan bu Açık Dünya Konferansına katılanların birçoğunun bu mitinge de katıldığını görmekten büyük memnuniyet duyuyorum.
Yoldaşlar, arkadaşlar,
Bu işçilerin uluslararası dayanışma ve mücadele gününde dünya işçileri Chicago’da Haymarket’de 8 saatlik işgünü kavgasında hayatlarını kaybeden işçileri anıyor. Tüm ülkelerde işçiler rengini kaybettikleri işçi sınıfı kahramanlarının kanından alan bayrakları taşıyor.
Son 134 yıldır 1 Mayıs’ta işçiler tüm ülkelerde, şehirlerde, kasabalarda yürüyüşler ve mitingler düzenlemekteler
Bugünkü 1 Mayıs mitinginin benzeri yok. Tüm bu kötü talihe rağmen 45’in üzerinde ülkeden işçiler ve siyasal mücadeleciler, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının anlamına tam uygun olarak internet üzerinden bu mitingde bir araya gelmeye karar verdi.
Yönetici sınıfların vurdumduymazlığı hiç olmadığı kadar açık hale geldi. Covid-19 yönetici sınıfların insanları korumak için adımlar attığı yönündeki savlarını paramparça etti.
G-7 ve G-20 devlet başkanları tarafından yapılmış olan tüm milenyum açıklamaları değersiz kâğıt parçalarına dönüştü.
Kapitalizm çok da uzak olmayan bir geçmişte birçok virüsü doğurdu. SARS’ı, şarbonu, kuş gribini, NİPAH, EBOLA ve HIV-Aids’i ve diğerlerini gördük. Birçok hayat kaybedildi. Geçmişteki virüsler ve epidemiler ve hayat kayıpları yönetici sınıfları rahatsız etmedi; sıradan insanlara sağlık hizmeti sunmak için adımlar atmalarına yol açmadı. Kriz anında acı çeken kitlelerin duygularını paylaşıyor gibi yaptılar ama kriz geçtiğinde işleri eskisi gibi sürdürdüler. 1918-20 İspanyol gribi örneği önümüzde.
İspanyol gribi dünya nüfusunun üçte birini yok etti. Böyle bir musibet bile kapitalist yöneticiler üzerinde bir etki yapmadı ve sürekli kamu sağlık harcamalarını azaltmaya devam ettiler. Az sayıda kişi için beş yıldızlı özel hastane tesislerini teşvik ettiler. Kapitalist denetimdeki, kârları maksimize eden ve toplumu avuçları içinde tutan ilaç endüstrisine destek oldular.
Eğer önümüzdeki örnek İspanyol gribi ve kapitalist vurdumduymazlık ise, Covid-19 ve onun küresel şiddeti dünya işçi sınıfı için bir ders olmalı ve yine boş sözlerle durumu kurtarmalarına izin verilmemeli.
Hindistan şehirlerindeki göçmen işçiler için, özellikle enfeksiyonların her gün daha fazla sayıda görüldüğü Mumbai ve Delhi’de olanlar için, söylenen fiziksel mesafeye uymak imkansız. Bu insanlar beş ila on kişi, akan su ve tuvalet olmayan gayri insani koşullardaki mağara gibi barınakları paylaşıyorlar. Hiçbir geliri olmayanlar için alkol bazlı dezenfektan ile sık sık ellerini yıkamak sadece bir şaka. Onların tek kaygısı bir sonraki öğünlerini kazanmak. Dolayısıyla onların derdi uzaktaki köylerine dönmek ve sevdiklerine kavuşmak. Korkuyorlar. Önlerindeki seçenek açlıktan ölmek ile yaşadıkları şehirlerdeki Korona enfeksiyonu arasında. Ya da sevdiklerinin bakımı ile köylerinde hayatta kalabilme olasılığı. Göçmen ve güvencesiz işçilerin sağlık sigortaları da yok. Hindistan sendikaları hükumetten bu işçilerin köylerine ulaştırılmasını talep etti. Ne yazık ki merkezi hükumet sendikaların işçilerin köylerine ulaştırılması yönündeki bu talebini reddetti.
Ama hükumet yurtdışında mahsur kalmış Hintlileri ülkeye getirmek için adımlar attı. Yine sokağa çıkma yasağı esnasında zengin ailelerin çocukları için bir şehirden diğerine ulaşım da sağladı. Göçmen işçileri ise anlayan olmadı. Sokağa çıkma yasağı 24 Mart tarihinde sadece 4 saat öncesinden duyuruldu ve göçmen işçiler ve diğer evinden uzakta olanlar oldukları yerde kalmak zorunda kaldı. Fakir işçilerin düzgün bir barınağı, yemeği ve parası yoktu. Geleceğin karanlık görünmesi, Korona korkusu ve çaresizlik ile yüz binlerce göçmen aileleri, çocukları ile birlikte sokaklara döküldü ve yüzlerce mil ötedeki köylerine yürümeye başladı. Televizyonlardaki görüntüler içler acısıydı. Kimilerinin evlerine varmaları on beş ila otuz gün sürdü. Raporlara göre bu şekilde 198 işçi hayatını kaybetti.
Ülke çapında sokağa çıkma yasağı ilan ederken Başbakan Modi işverenlerden sokağa çıkma yasağı boyunca işçileri işten çıkarmamalarını ve tüm işçilere tam ücretlerini ödemelerini istedi.
İşverenler de sözde kabul etti. Hemen ardından işverenler Hindistan üst mahkemesine başvurarak hükümetin işçilere ücretlerin ödenmesini isteyen bildirimlerinin iptal edilmesini talep ettiler. Şu anda sendikalar mahkemede işçilerin ücretlerinin alınması için mücadele ediyor.
Başbakanın işçilere yönelik sempatisinin buharlaşması uzun sürmedi. Hindistan’da en büyük işveren hükümettir. İdeal bir işveren olarak sokağa çıkma yasağı boyunca çalışanlarının ücretlerini ödeyerek örnek teşkil etmesi gerekir. Ama böyle yapacağına hükümet kendi çalışanları için ücretleri, pahalılık primini ve emeklilik primlerini düşürme kararı aldığını açıkladı. Bu ikiyüzlülük tesadüf değil. Bu Üst Mahkemede özel sektördeki işverenler lehine delil oluşturmak için verilmiş net bir sinyaldir. Dolayısıyla sendikalar Üst Mahkemede sokağa çıkma yasağında özel sektör işverenlerinin işçilere ücretlerini ödemesi yönündeki hükumet tebliği doğrultusunda mahkeme kararı çıkartmak için mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Bu yetmezmiş gibi kimi eyalet yönetimleri çalışma saatlerini 8 saatten 12 saate çıkartan kararlar almışlardır. Sendikal örgütlenmeyi yasaklama yönünde de adımlar vardır.
Koronavirüsten kimin sorumlu olduğu konusu şiddetli bir tartışmaya dönüştü. Her ülkede bir suçlama oyunu söz konusu. ABD Çin’i suçladı. ABD, Almanya ve İsrail’in Uluslararası Adalet Divanına başvurarak Çin’i Wuhan’da başlayan hastalıkla ilgili detayları kasıtlı olarak açıklamamaktan sorumlu tutarak Çin’den 160 trilyon dolar tazminat talep etme planı yaptıkları yönünde iddialar var.
Kapitalist ülkeler tedavi sunmak konusundaki ve ülkelerindeki can kayıpları konusundaki sorumluluklarına ilişkin kendilerini temize çıkardılar. Bir yandan sosyalist düzen karşıtı propaganda hız kazandı ve diğer yandan da Hindistan gibi ülkelerde şirketler tarafından desteklenen medyada, basında ve elektronik ve sosyal medyada koronavirüsün yayılmasının suçu Müslümanlara ve İslam’a bağlandı. En sonunda bilimin galip geleceğini ve Covid-19’un kontrol altına alınacağını biliyoruz. Sokağa çıkma yasakları kaldırılacak. Yönetici sınıflar için her şey eskisi gibi olacak. Ama toplumlar arasında yaratılan nefret virüsü etkili olmaya devam edecektir.
Hindistan ekonomisi Covid-19 öncesi de sıkıntıdaydı. Satın alma gücünün düşmesi tüm malların üretim seviyelerini düşürdü. İşsizlik son 45 yılın en üst seviyesinde. 2019 ortasında insanlar anayasal güvence altına alınmasını istedikleri haklar talebiyle sokaklardaydı. Üniversite öğrencileri, gençlik, kadınlar vatandaşlığa din temelinde ayrımcılık getiren, Keşmir’in bölünmesini getiren, Anayasaya da aykırı olan düzenlemeye karşı en önde sokaklardaydı. Polisin sert saldırısı ile karşılaştılar. Doğruyu söyleyen birçok liberal aydın cezaevine atıldı.
Her yerdeki yönetici sınıflar düşmanlarını aşağı yukarı tayin etmiş durumda: Sosyalistler, laikler, ilericiler, entelektüeller, solcular, insan hakları mücadelecileri ve sınıf bilinçli sendikacılar.
İşçiler işlerin eskisi gibi gitmesine izin veremezler. O zaman çıkış nerede? Bu trajediyi çözecek olan tek şey halkın gücüdür. Bunun gerçekleşmesi için Hindistan’da ve dünyanın her yerinde işçi sınıfı kendisi için sınıf olarak ortaya çıkmalıdır ve dahası sınıfı bölen bariyerleri aşarak hem ulusal, hem uluslararası ölçekte güçlü örgütlerini kurmalıdır.
Yoldaşlar,
Bu 1 Mayıs’ta bu yönde çalışmak yönünde kesin bir karar verelim. Sömürücülerin Covid-19’u bizleri daha fazla bölebilecekleri araçlar bulmak için kullanmalarına izin vermeyelim. Zayıflıklarımızı aşarak sömürüye, adaletsizliğe ve tüm haksızlıklara karşı mücadelemizi güçlendirelim.1920’lerden farklı bir dünyada yaşıyoruz. 1920’nin İspanyol Gribi ve muazzam sayıda insanın hayatını kaybetmesi kapitalizme bir etki etmedi. Sömürücülerin başarı hikayelerine bir son vermenin vakti gelmiştir. Koronadan sonra dünya eskisi gibi kalmayacaktır. Gelecekte Covid-19 gibi bir epidemiden korunmak için insanların düzgün maaşlı düzgün işleri, evleri, hastaneleri, okulları, sağlık hizmetleri olmalıdır. Kâr hırsı ile gözü dönmüş kapitalizm güzel sözler söylese de halkın daha geniş çıkarları için somut önlemler almakta başarısız kalmıştır. Kamu çıkarı bencil özel çıkarın önüne geçmelidir. Dünya işçi sınıfının oynaması gereken bir rolü vardır. Bizleri bu 1 Mayıs mitinginde bir araya getiren de budur.
Dolayısıyla bu 1 Mayıs’ta tek sesle şöyle haykırıyoruz: KAPİTALİZME SON, SÖMÜRÜYE SON, SAVAŞA SON! YAŞASIN SOSYALİZM!
Bu giriş sözlerimi bitirirken büyük Hint devrimci ve özgürlük savaşçısı Bhagat Singh’in Hindistan, Pakistan ve Bangladeş işçileri ve halkları için sloganı ile bitirmek istiyorum. Singh Britanya emperyalistleri tarafından 1932’de Lahore merkezi cezaevinde iki yoldaşı ile birlikte asıldığında henüz sadece 23 yaşındaydı. Bhagat Singh Bolşevik devriminden esinlenmişti ve özgür Hindistan’a dair net bir görüşü vardı. Yazılarında işçileri, köylüleri ve gençliği sömürü sisteminin tüm biçimlerine son vermeleri ve üretim araçlarının sahibi olmaları yönünde cesaretlendiriyordu. Yöneticilerin beyaz tenli mi, kahverengi tenli mi, siyah tenli mi olduklarının önemi yok diyordu.
Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’te işçiler, köylüler ve gençlik, sınırlarla birbirlerinden
ayrılmış olsalar da, bugün dahi Bhagat Sing’in darağacına giderken haykırdığı slogandan esinlenmektedirler: INQUILAB ZINDABAD – anlamı YAŞASIN DEVRİM!
Yoldaşlar, arkadaşlar,
Hepinize bir kere daha selamlar!
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın uluslararası işçi sınıfı dayanışması!
Kapanış Konuşması
Daniel Gluckstein, Fransa
Fransa Demokratik Bağımsız İşçi Partisi POID yöneticisi, Savaşa ve Sömürüye Karşı Uluslararası İşçi Komitesi IWC Koordinatörü
Kardeşler, Arkadaşlar, Yoldaşlar,
Benim adım Daniel Gluckstein.
Yoldaş Nambiath Vasudevan ile birlikte, Savaşa ve Sömürüye, Güvencesiz Çalışmaya Karşı ve Bir İşçi Enternasyonali için Uluslararası İşçi Komitesinin iki koordinatöründen biriyim.
Bugünkü krizin on yıllardır insanlığın karşı karşıya geldiği en kötü kriz olduğu bir gerçektir.
Bildiğimiz kadarıyla COVID-19 virüsü bir doğal sürecin ürünü ama bu virüsün tüm dünyaya bu muazzam yayılımı, hâlihazırda resmi olarak açıklanmış olan yüz binlerce ölüm, bunlar bir doğal sürecin sonuçları değil. Bunlar son 20 yıldır bu tür koronavirüs üzerine araştırmaların eksik yapılmış olmasının sonucu.
Bunlar dünyanın her bir yerindeki kapatılmış olan hastanelerin, olmayan sağlık hizmetlerinin ve doktorların sonucu. Kâr hırsının sonucu. Benden önceki birçok konuşmacılar patronların ve hükümetlerin bu koronavirüsü işçi sınıfına yönelik yeni bir saldırı dalgası başlatmak için fırsat olarak kullandıklarını vurguladı.
Pandeminin başlangıcından bu yana, milyonlarca işçi işten çıkartıldı.
Açlık tüm dünyada yayılıyor. Milyonlarca insan açlıktan ölüyor.
Tüm bunlar doğanın yasalarından kaynaklanmıyor.
Benden önce farklı konuşmacılar haklı olarak kapitalist sistemin, yani üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan sistemin hizmetindeki tüm hükümetler eliyle yıllardır tüm dünyada uygulanan yıkıcı politikaları suçladılar.
Bizler bugün neden toplandık?
Buradayız çünkü 1 Mayıs 2020’de, şu anda, basitçe bu pandemi bizim kaderimizdi fikrini kabul edemeyiz.
Bu pandemi karşısında herkesin aynı durumda olduğu yönündeki yanlış fikri kabul edemeyiz. İşçilerle patronların, zenginlerle fakirlerin bu pandemi karşısında aynı gemide oldukları fikrine inanamayız. Çünkü bu doğru değil.
Tersine! Bugün her bir ülkede olan her şey bu pandemi ile birlikte işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki mücadelenin her gün daha keskin hale geldiğini gösteriyor.
Benden önce konuşan yoldaş Christel, benim ülkemde neler olduğunu açıkladı.
İnanabiliyor musunuz? Fransa gibi dünyanın en zengin ülkelerinden birinde pandemi başlayalı iki aydan fazla zaman oluyor ve bugüne değin hala yeterli maske yok, yeterli test kiti yok, tüm nüfusa yetecek yeterli koruyucu malzeme yok.
Pandemi başlayalı iki aydan uzun zaman oldu ama bugüne, 1 Mayıs’a kadar tüm halka yetecek maske, koruma malzemesi, ekipmanı yok.
Pandeminin başlamasının ardından Fransız hükümetinin aldığı ilk karar parlamentoya kapitalistlere yardımcı olmak için bankalara verilecek 343 milyar Euro için bir yasaya onay oyu vermesi yönünde çağrı yapması oldu: Evet 343 milyar Avro!
Bu devasa para neredeyse Fransa’nın yıllık bütçesine eşit.
Bu yasa 19 Mart günü parlamentonun tüm üyelerinin oyu ile kabul edildi – aşırı sağdan aşırı sola kadar.
Kapitalistlerin bu fonları kullanmasının bir koşulu var. Bu ise işletmelerini küçültme ve dolayısıyla işçileri işten çıkarma organizasyonlarını ortaya koymak.
Bu arada hükümet gıda desteği talep eden herkese 5 Avro verdi. Ve Fransa’da daha şimdiden gıda desteği talep eden 4 milyon insan var.
Aynı anda bankalar ve kapitalistler için olan fon da 4 yüz milyar Avro’ya çıkarıldı.
Bu Fransa’daki duruma özgü değil. Bu tüm dünyadaki işçilerin çok iyi bildikleri bir şey. Son 30-40 yıldaki tüm hükümetler IMF’nin ve Avrupa Birliğinin dikte ettiklerine inandı.
Hastaneleri kapatmaları gerektiğine, Sosyal Güvenliği ve sağlık sistemlerini zayıflatmaları gerektiğine inandılar. Kamu bütçelerinde kesintiler yapmayı, kamu hizmetlerini azaltmayı ve bu şekilde patronların daha fazla kâr etmelerini sağlamayı kabul ettiler.
Son kırk yıldır Fransa’da bu işçi sınıfı karşıtı, kamu hizmeti karşıtı politikalar adına sağ kanat denilen ve adına sol kanat denilen hükümetler eliyle değişmeden uygulandı.
Ve bugün parlamentoda yer alan ve işçi sınıfının çıkarlarının temsilcisi olduğunu iddia eden tüm vekiller – veya “sol” siyasal partilerin temsilcileri- patronlara ve bankalara 343 milyar Avro vermeye onay verdi.
Buradan diğer ciddi konuya geliyoruz.
Benim ülkemdeki pek çokları ve anlıyorum ki bu diğer ülkelerde de geçerli, şu anda bir tür “Ulusal Birlik” çağrısı yapıyorlar, hatta pandemi ile başa çıkacak bir “Ulusal Birlik” hükümeti.
Bu hikayeyi biliyoruz: Patronlar “Ulusal Birlik”ten bahsettikleri zaman işçilerin ceplerine bakmaları ve paraları çalınmış mı kontrol etmeleri lazım!
Patronlar “Ulusal Birlik”ten bahsettikleri zaman bunu herkesin bir araya gelmesi ve patronların çıkarlarını ve onların kârlarını savunması gerektiği anlamında söylediklerinden emin olabilirsiniz.
İşte bu nedenle bizim partimiz, Bağımsız ve Demokratik İşçi Partisi Fransa’da, Ulusal Birlik hükümetine karşı, bir İşçi Sınıfı İttifakı hükümeti için zemini hazırlama gerektiğini savunuyor.
Partimiz bu durumun gerektirdiği acil önlemleri alıp uygulayabilmek için bir İşçi Sınıfı Birliği hükümetinin gerekli olduğunu açıkladı.
Bu işten atmaların yasaklanması demek.
Bu tüm işçi ücretlerinin korunması demek.
Bu, bankalara ve kapitalistlere verilen bu 343 milyar Avro’ya el konması ve bu devasa meblağın istihdam, sağlık, okullar ve kamu hizmetleri ile ilgili acil önlemler için kullanılması demek.
Bankaların ve maske, test kiti ve tüm diğer korunma araçlarını üretebilecek tüm imalat sektörünün tazminatsız olarak kamulaştırılması demek.
Üretimi planlamak ve bedava gıda dağıtımını sağlamak için kamulaştırma demek. Ve benzeri.
Her ülkede bu acil durum önlemlerinin alınması gerektiğini biliyoruz.
Ama bunun için işçi sınıfı, sadece patronların ve bankaların çıkarlarını korumak amacıyla uygulanan önlemlerin DEĞİL, bu tür acil önlemlerin uygulanmasını empoze edecek şekilde mücadele etmelidir.
Yoksul ülkelerden gelen yoldaşların en zengin ülkelerde bile işçi sınıfını korumak için olması gereken her şeyin eksik olduğuna inanmakta zorluk çektiklerini anlıyoruz.
İşte bu dünya çapındaki sınıf mücadelesinin birliğinin ifadesidir: fakir ülkelerde, zengin ülkelerde, emperyalist ülkelerde ve ezilen uluslarda – tüm işçiler kapitalist sistemin derin krizinin sonuçları ile acı çekmektedir.
İşçi sınıfının hayati ihtiyaçlarını karşılamak için bir çözüm bulmak mümkün müdür?
Evet, mümkündür.
Böyle bir çözüm patronlardan ve burjuvaziden bağımsız olmalıdır.
Böyle bir çözümün bir önkoşulu vardır, işçi sınıfının ve onun örgütlerinin bağımsızlığının korunması.
Öncelik insanlığı kurtarmak için her şeyi yapmak olmalıdır.
Bu gezegende yaşayan 8 milyar insanın geçimini sağlayacak, onları aç bırakmayacak, sağlık hizmeti almalarını, çocuklarının okula gitmesini sağlayacak araçlar, zenginlik, kaynaklar mevcuttur.
Kaynakların var olduğunu biliyoruz; ama bunlara çok küçük bir sömürücü ve spekülatör azınlık tarafından el konmuş olduğunu da biliyoruz.
Bugün burada toplanan bizler her bir ülkedeki kapitalistler ve hükümetlerle olabilecek ortaklığımızdan çok fazla ortaklığımız olduğunu biliyoruz.
İşçi sınıfı hareketlerinin tarihi bir araya gelmek ve birlikte inşa etmek için gerçek çabalarının tarihidir.
Yüz elli yıldan biraz daha uzun bir süre önce Birinci Enternasyonal’in Londra’da ilan edildiği hafızalarımızda olmalıdır. Birinci Enternasyonal işçi sınıfı hareketinin o gün var olan çoğu akımını bir araya getirmişti.
Karl Marx ve Friedrich Engels isimleri tüm dünyada iyi bilinir ama bu Birinci Enternasyonal içerisinde birçok kişi diğerleri ile aynı fikirde değildi; örneğin sosyalizm ile ve işçi sınıfının kurtuluşu ile ne kastedildiği konularında.
Bunların birçoğu sendikacılardı, birçoğu farklı sosyalist grupların ve gruplaşmaların üyeleriydi, bazıları şu veya bu ölçüde anarşistlere yakındı.
Ama bu farklı akımlar, bu eğilimler, aralarındaki farklara karşın aynı Enternasyonalin üyeleriydiler çünkü işçi sınıfının çıkarları ile kapitalist sınıfın çıkarlarının tümüyle birbirine karşıt olduğunu anlıyorlardı.
Bunun sonucunda tümü işçi sınıfın örgütlerinin bağımsızlıklarını savunmaları ve korumaları gerektiği görüşünü paylaşıyorlardı.
Yine paylaştıkları bir görüş şuydu: İşçi sınıfı kendini savunacaksa, ne kadar küçük olursa olsun, tek tek her bir talep için mücadeleyi savunmalıdır.
Yine onlar işçi sınıfının ulusal baskıya, ırkçı baskıya, kadınlara ve cinsel kimliğe yönelik baskıya ve her tür baskıya ve ayrımcılığa maruz kalan ezilmiş kesimlerin taleplerini de kucaklamaları gerektiğini anlıyorlardı.
Yüz elli yıl önce bu Birinci Enternasyonale dâhil olan insanların bir başka ortak bir bakış açısı daha vardı –işçi sınıfının görevinin sadece ekonomik talepleri için mücadele etmek olmadığı, işçilerin aynı zamanda kendilerini kapitalist sistemden özgürleştirmek için de mücadele etmeleri gerektiği.
En önemli talebin iktidarı işçilerin ele alması ve tüm toplumu ve tüm ekonomiyi yeni bir temelde yeniden organize etmesi talebi olduğunu anlıyorlardı.
Zenginliğin zenginliği üretenlere, yani üreticiler sınıfına, işçi sınıfına ait olmasını mümkün kılacak şeyin üretim araçlarının toplumsallaşması olduğunu anlıyorlardı.
Elbette bu bir buçuk yüzyıl önceydi. Ama bugün Bir İşçi Enternasyonali inşa etmek için yolu açmanın her zaman olduğundan daha önemli olduğunu hissediyoruz.
İşçi hareketinin, işçi sınıfı hareketinin uzun bir tarihi olduğunu biliyoruz.
Birçok mücadeleden geçtiğini ve kimi zaman zaferlere ulaşırken kimi zaman da yenilgiler yaşadığını biliyoruz.
İşçi sınıfı hareketinin birçok krizlerden geçtiğini, birçok hayal kırıklıkları yaşadığını biliyoruz.
Ama bu rotayı izlemek dışında bir seçeneğimiz olmadığını hissediyoruz:
İnsanlığın geleceği, işçi sınıfının kendisini, kapitalist sistemin “küreselleşme” dönemi adı altında onu yıkıma götüren barbarlığından koruyabilmesine bağlıdır.
Kapitalistlerin dilindeki “küreselleşme” ne anlama gelmektedir? Onların yağmalama ve üretimi istedikleri yere taşıma hakları demektir, onların milyonları evlerinden çıkarıp sürgüne göndermesi, bu insanların sonunda kendilerini hapiste ya da kamplarda bulması ya da denizlerde boğulmaları demektir.
İşçi sınıfı güçlerini bir araya toplamalıdır.
İşçi Enternasyonali için ileriye atılma zamanı gelmiştir.
Aramızdaki farklarımız ne olursa olsun, ortak bir kaderimiz olduğunu anlıyoruz.
Aynı düşmana karşı mücadele ettiğimizi anlıyoruz; kârlarını artırmanın, silah ekonomisini geliştirmenin, gitgide daha fazla silah üretmenin, halklara karşı daha fazla savaşı provoke etmenin ve onları bölmek üzere gitgide daha fazla duvar örmenin peşinde olan patronlara ve hükümetlerine karşı mücadele ediyoruz.
Ama şunu da anlamamız gerekiyor. Filipinler’den benden önce konuşan yoldaşımızın söylediği gibi, bu kriz milyonlarca ve milyonlarca insanın yolunu açmak için de bir fırsattır.
Ama önce mücadelenin amacını net bir şekilde ortaya koyalım. Mücadelenin amacı yeni tür bir kapitalizm düşlemek olamaz. Daha nazik ve daha insani bir kapitalizm hayal etmek olamaz.
Amaç sadece “neo-liberalizme” karşı mücadele ile sınırlı olamaz.
Şu andaki krizin sorumlularının kapitalist sistemi kötü yönetenler olmadığını açık bir şekilde söylemeliyiz.
Suçlu kapitalist sistemin kendisidir. Suçlu üretim araçlarının özel mülkiyetidir.
Tüm dünyada işçi sınıflarının ve ezilen halkların zor zamanlardan geçtiklerini biliyoruz ve önümüzdeki dönemde daha da zor günlerimiz olacağını da biliyoruz.
Bu devasa krizin üretici güçlerin kitlesel bir imhası anlamına geleceğini de biliyoruz ve her şeyden önce de ana üretici gücün, sömürülen işçinin emeğinin imhası anlamına gelecektir.
Kapitalist sınıf krizin faturasını işçilerin ödemesi için mümkün olan her şeyi yapacaktır.
Şimdiden bu durumun bir küresel borca yol açtığı ve bunun her geçen gün büyüdüğü yönünde konuşmalar yapmaya başladılar.
Bu borcun geri ödenmesi gerekeceğini, halkın, işçilerin bu borcun geri ödenmesini omuzlamaları gerekeceğini açıklıyorlar.
Kapitalist sistemin iflasa mahkûm olduğunu anlıyoruz; mevcut kriz bu sistemin hiçbir şekilde insanlığı kurtaramayacağını göstermektedir.
Ama her şeyden önce aramızdaki farklılıklar neler olursa olsun, tenimizin rengi ne olursa olsun, hangi dili konuşursak konuşalım, inançlarımız nasıl farklı olursa olsun, siyasal, toplumsal, dini ve ulusal geleneklerimiz nasıl olursa olsun, kadınlar ve erkekler, gençler ve yaş almışlar, bizler hepimiz dünya çapında tek bir işçi sınıfının parçasıyız.
İşte bu nedenle –aramızdaki farklılıklara saygı gösterirken- yeni bir İşçi Enternasyonali yolunda bir adım ileri atmak sorumluluğunu üstlenmeliyiz.
Yoldaş Nambiath Vasudevan bizlere 2016 sonunda Hindistan’da, Mumbai’de çok başarılı bir konferansta bir araya geldiğimizi hatırlattı.
Bu konferansa birçok işçi sınıfı mücadelecisi katıldı; bunların çoğu ülkelerindeki sendikal hareketin içerisindeydi.
Diğer bazı delegeler daha çok bir siyasal faaliyet yürütmekteydi.
Bu konferanstaki birçok katılımcı belirli bir siyasal akımın içerisinde değildi.
Diğer bazıları siyasal kökenlerini saklamıyorlardı, kimileri sosyalist geleneklerle bağlantılıydı, kimileri komünist ve kimileri de –benim gibi- Troçkist akıma veya işçi hareketi içerisindeki diğer akımlara dâhildi.
Ama hepimiz bir arada bu yeni çerçeveyi oluşturmaya, bu bir araya gelişin çeşitliliğine saygı göstermeye ve sınıf bağımsızlığı ve bir İşçi Enternasyonali temelinde yol almaya karar verdik.
Yoldaş Vasudevan birkaç ay önce almış olduğumuz savaşa ve sömürüye karşı ve bir işçi enternasyonali için yeni bir dünya konferansı toplama kararımızı da hatırlattı.
Bu konferansın önümüzdeki Kasım ayında Paris’te gerçekleştirilmesi gerekiyordu.
Şu anda kimse bu dünya konferansını planlandığı tarihte organize edip edemeyeceğimizi söyleyemez çünkü önümüzdeki aylardaki durumun nasıl olacağını kimse bilemiyor.
Ve kimse tüm dünyadan yoldaşların bir araya gelmek üzere seyahat edip edemeyeceklerini de bilemiyor.
Ama bu 1 Mayıs açık mitingi vesilesi ile ant içiyoruz ki, Kasım’da olmazsa, Aralık’ta, Aralık’ta olmazsa 2021’de olacak.
Ama savaşa ve sömürüye karşı bu dünya konferansı gerçekleşecek; gündemimizde. İşçilerin her bir ülkede birlikte, omuz omuza mücadele etmelerinin vakti gelmiştir. Tüm toplumun ve tüm ekonominin halkın çoğunluğunun taleplerine yanıt verecek şekilde yeniden örgütlenmesi yolunda mücadele etmek için İşçi Enternasyonali yolunda ilerleme zamanı gelmiştir. Bu toplantıyı kapatmadan önce farklı ülkelerden ve kıtalardan tüm konuşmacılara teşekkür etmek istiyorum. Yine bu mitingi mümkün kılmak için çalışmış olan onlarca yoldaşa da özel teşekkürlerimi sunuyorum. Bizlerin sokağa çıkma kısıtlamasını, herkesin evinde izole olmasını aşmasına yardımcı olan yoldaşlar. Onlarca yoldaşa teşekkür ediyorum, teknik işleri yapanlara, tercümanlara, bunların tümünü işçi sınıfına bir hizmet olarak yapan yoldaşlara, her birine büyük bir teşekkür. Yoldaşlar, arkadaşlar, kardeşler, hepimiz dünya konferansı için desteği büyütmeye ve yaygınlaştırmaya devam edelim. Bu mitingi izleyen herkesi bizlere katılmaya davet ediyoruz. Bu sürecin parçası olun, dünya konferansı çağrısını imzalayın. Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın işçi sınıfı! Yaşasın İşçi Enternasyonali. Dünyanın bütün işçileri birleşin!