Cemal Bilgin & Zeki Kılıçaslan
Son zamanlarda daha çok sosyal medya aracılığı görünür olan ve sayıları giderek artan küçüklü büyüklü işçi direnişlerine şahit oluyoruz. Bu direnişler daha çok özel sektörde işten çıkarmalar ve engellenen sendikal haklar için yükselen kararlı mücadeleleri yansıtmaktadır. Günümüzde sürmekte olan ancak kamuoyunda çok bilinmeyen bir mücadele hattı daha vardır. Bu, taşeron işçilikten ve Taşeron İşçi Dernekleri (TİD) mücadele sürecinden gelen yeni sendikalaşmış işçilerin kamu işyerlerinde örgütlü sendikalar içinde girdikleri yeni sendikal ve siyasal arayış sürecidir.
Kamuda taşeronlaştırma yaygınlaşıyor
Özal döneminde özellikle belediyelerde artan taşeron firma işçiliği AK Parti iktidarı ile giderek bütün yerel ve merkezi kamu kurumlarında devasa boyutlara ulaştı. Genelde asgari ücret düzeyinde, belirsiz keyfi çalışma saatleri süresinde çalışılan, izin hakları yok sayılan, aynı kurumlarda çalışan kadrolu işçilerin sahip olduğu ikramiye, kreş, servis gibi hiçbir hakkın tanınmadığı bir “paralel” çalışma düzeni uzun süredir devam etti. Devrimci Sağlık İş, Yol-İş gibi istisnalar dışında sendikalar kamudaki taşeron işçilerin haklarına ilgisiz kaldı. Göstermelik açıklamalarla yetindi. Öyle ki kadrolu memur ve işçilerin sayılarının kat kat üstünde olan taşeron işçiler, o kamu işyerlerinde yetkili ve yetkisiz olarak bulunan memur ve işçi sendikalarının büyük çoğunluğunun gündeminde bile değildi. Örneğin bir İstanbul ilçe belediyesinde 150-200 kadrolu işçi için imzalanan bir toplu sözleşme davul zurna ile kutlanırken, o belediyede aynı işlerde çok kötü koşullarda çalışan 1200-1500 taşeron firma işçisinden bir çift söz eden bile bulunmuyordu. Bir kamu üniversitesinde örgütlü olan memur sendikaları ve 500 kadrolu işçiyi temsil eden büro işkolundaki yetkili sendika, kendi toplu sözleşme süreçlerini yürütürken orada çalışan 3000’e yakın taşeron işçinin adını bile anmıyordu. Bırakın sendikalı olmayı aynı yemekhanede yemek yemek, aynı servisleri kullanmak bile imkansız isteklerdi.

Taşeron İşçi Dernekleri (TİD) ile mücadele yükseliyor
Gerek işçi gerekse kamu çalışanları sendikalarının çok ilgisiz oluğu bu koşullarda Taşeron İşçi Dernekleri (TİD) yerden mantar gibi bitmeye başladılar. 2008, 2009 yıllarında yerel olarak kurulmaya başlanan dernekler taşeron istihdamının giderek arttığı 2012 ve sonrası dönemde kendi aralarında birleşerek federasyonlar kurdu. Daha sonra bu derneklerin tümüne yakınını bir araya gelerek Taşeron İşçi Dernekleri Platformu’nu kurdu. Bu dönemde bu örgütlenmeler mevcut sendikalar tarafından desteklenmediği gibi pek hoş da karşılanmadılar. Bu örgütlenmeler onlara göre “sendikalar varken gereksiz olan geri yapı”lardı. Oysa mevcut alt işverenlik yasası ve sendikaların teslimiyetçi tutumları başka bir yol bırakmamıştı. TİD sayesinde mücadele yükseldi. Sivas merkezli Kamu İşçi Dernekleri Federasyonu (KİDEF), Ordu merkezli İşçi Dernekleri Federasyonu (İDEF), Kütahya merkezli Taşeron İşçi Dernekleri Federasyonu (TİDEF) ve ortak Taşeron İşçi Dernekleri Platformunu (TİDEP) kuruldu. 2015 yılına doğru 50 bine yakın üyesi olan TİD milyonlarca işçinin ve ailesinin sesi oldu.
Taşeron İşçi Dernekleri’nde örgütlenen işçiler küçüklü büyüklü basın açıklamaları, çeşitli gösteriler, mitingler, yerel TV’lerde söz hakkı almaya çalışma, ulusal TV kanallarında görülebilme mücadeleleri içinde bulundu. Bu yaygın eylemler dışında etkili en görünür başarılı eylem ise Taşeron İşçiler Dayanışma Derneği (TAŞ-İŞ-DER) öncülüğünde İstanbul Tıp Fakültesinde 2015 yılında yaşanan 2-3 günlük fiili etkili grev ve daha sonra uzun süren hastane içi “direniş çadırı” mücadelesi idi. Eylemler dışında dernek temsilcileri, yerel ve ulusal kamu yöneticileri ve yine siyasi partilerin yerel ve merkezi yöneticileri ve bakanlar ile çeşitli görüşmeler, meclis parti gruplarıyla ve parti genel başkanlarıyla toplantılar gerçekleştirdiler. Taşeron İşçi Dernekleri temsilcileri bu dönemde bir ilki de başararak Türkiye tarihinde ilk defa olarak İşçi Sendika Konfederasyonları yanında 2013 ve 2015 yıllarındaki 10. ve 11. Çalışma Meclisi’ne katılma hakkını elde etiler ve çalışma hayatında yaşanan çıplak gerçekleri dile getirdiler.

Farklı bir işçi mücadele deneyimi ve sendikalaşma
TİD çevresinde yapılan işçi mücadelesinin birkaç özelliğine dikkat çekmek gerekir: Sendikaların bürokratik yönetimleri altında mücadelelerin çok gerilediği bir dönemde gerçekleşmiştir, profesyonel kadroların desteği olmadan tabandan yapılan fiili bir örgütlenmeye dayanmıştır ve Türkiye tarihinde işçi hareketlerin yaygın olmadığı Ordu, Giresun, Kütahya, Osmaniye, Niğde, Karaman, Batman, Şırnak, Kilis, Hatay, Bolu, Erzincan, Çorum, Sivas, Muş, K. Maraş, Şanlıurfa, Adıyaman ve benzeri illeri de kapsamasıdır. Hareketin diğer bir özelliği ise harekete katılan işçilerin ve TİD yöneticilerinin büyük çoğunlukla yerel veya merkezi iktidar parti/partilerine yakın siyasal tutumdaki işçilerden oluşması ve nihayet hareketin baştan itibaren siyasal kanalları etkili şekilde zorlayabilmesidir.
İşçilerin mücadelelerinin görünür olması, kamuda taşeron firma sözleşmelerinin sürelerinin asgari bir yıla yükselmesi ve 2013 yılı sonuna doğru sendika üyeliği için noter şartının kalkması ile sendikaların ilgisi artarken işçilerde de sendikalaşma eğilimi yükseldi. Birçok yerde işçiler var olan sendikalara üye olmaya başlarken bazı yerlerde de sendikaların taşeron işçilerin örgütlenmesine ilgisizliği TİD üyesi işçilerin bağımsız sendikalar kurma yoluna doğru gitmesine neden oldu. O dönemde kurulan bu sendikaların bir kısmı mevcut büyük sendikalara katılırken bir kısmı da Ülkem İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve Tüm İş Konfederasyonu gibi yeni konfederasyonların kurulmasına öncülük ettiler veya katkı yaptılar. Ama asıl olarak 2017 yılında kamudaki taşeron işçiler için çıkan “kadro” vaat eden KHK’dan sonra sendikalaşma arttı ve bu süreçle özellikle genel hizmet (belediyeler), sağlık, büro, enerji/su, güvenlik iş kollarındaki sendikalar çok sayıda yeni üye kazandı.
Hükümet ve AK Parti yerel yönetimlerinin desteği ile bu örgütlenmede en büyük payı Hak-İş’e bağlı sendikalar aldı. 2014 ve 2021 Ocak ayı sendika istatistiklerine bakıldığında Hak-İş’e bağlı Hizmet İş’in üye sayısının 40 binlerden 238 binlere, Öz Sağlık İş sendikasının sıfırdan 185 binlere, Öz Büro İş’in 3 binden 38 bine çıktığı görülmektedir. Bu dönemde Türk İş’e bağlı T. Sağlık İş’in üye sayısını 6 binlerden 43 bine, Koop-İş’in 34 binden 104 bine, Tez Koop İş’in 54 binden 107 bine, Belediye İş’in 43 binden 97 bine çıkardığı, DİSK’e bağlı Genel İş’in de üye sayısını 44 binden 114 bine çıkardığı görülmektedir. Sendikalardaki bu örgütlenme süreci sendikalar için “kolay”, işçiler için uzun mücadeleler ve bazı işçiler için ise bedeli ağır bir süreç olmuştur. Sendikalara yeni üye olan bu işçilerin özellikle fiili mücadele içinden gelen kesimleri bu sendikalarda yeni bir hareketlilik yaratmıştır. Bazı öncü işçiler sendika bürokrasisinin alt kademelerinde “sendikal statüko”ya dahil edilirken işçilerin çoğu gerçek kadrolu kamu işçileri ile karşılaştırılınca çok geride olan ücret ve bazı sosyal haklar için toplu sözleşme süreçlerinde sendikaları ciddi derece zorlamaya başlamıştır. Mücadeleci ve sosyal medyada örgütlü olan işçi kesimleri birçok sendikada gelenek olmayan tarzda iş yeri temsilci seçimleri ve daha şeffaf bir sendikal yönetim ve toplu sözleşme süreçleri doğrultusunda kitlesel talep yaratmışlardır. Bu sürecin bazı sendikalarda sendikal “statükoyu” tehdit edeceği ve sendikal değişime olumlu katkı yapabileceği tahmin edilebilir.
Ve siyasal değişim
Yukarıda da değinildiği gibi TİD mücadele süreci baştan itibaren yerel veya merkezi düzeyde kamuoyu oluşturarak veya doğrudan yapılan görüşmelerle doğru bir tutumla siyasal yapıları etkileme çalışmalarını önüne koymuştu. Bu süreç işçilerin tarafı oldukları siyasi partiler ile gerçek sorunlar temelinde kitlesel ve yurt ölçüsünde yaygın olarak yüzleşmesini sağlayan ve hala devam eden bir nitelik taşımaktadır. Türkiye’de neo-liberal politikaların çok önemli bir öğesi olan taşeronlaştırma sürecine darbe vuran mücadele süreci, doğrudan siyasal alana taşınan talepler ve bu yükselen talepler nedeniyle geleneksel oy tabanlarında kayıp riskini gören iktidar partilerini zorlamış muhalefetin eline güçlü bir argüman sağlamıştır. TBMM çatısı altına, parti yönetimleri ve bakanlık düzeyinde yapılan toplantılara taşınan mücadeleler, her kimlikten işçinin ekmek mücadelesinde siyasetin ve birlikte mücadelenin başat önemini kavraması için de önemli bir zemin oluşturmuştur.
Burada işçi sınıfı açısından bakıldığında temel sorun, ekonomik krizin de büyük etkisiyle oy kaybeden AK Parti/MHP iktidarından kopan veya kopmaya çalışan işçilerin hemen katılabileceği bir işçi siyasetinin yokluğudur. Geleneksel olarak CHP’den uzak duran, çoğunluğu muhafazakâr ve milliyetçi işçiler şimdilerde daha çok kısmen İYİ Parti yönelimine girmiş gibi görünüyorlar. Ama açık olan bir şey var ise o da İYİ Parti ve benzerlerinin onlar için şimdiye kadar hiçbir şey yapmaması ve bundan sonrası için de işçiler açısından herhangi anlamlı bir vaatlerinin yokluğudur.
Türkiye’de işçi, emek, sosyalizm kavramları temelinde siyaseti esas alan oluşumlar ise bugünkü siyasal anlayış, söylem ve yapış tarzları ile bu boşluğu ne yazık ki dolduramamaktadır. Ne küçük ama kararlı direniş hareketleriyle ortaya çıkan özel sektör işçilerinin arkasındaki büyük gövde ve ne de yukarıda sözünü ettiğimiz kamuda taşeron işçilikten gelen işçi kesimleri içinde anlamlı bir siyasal yankı oluşturamamaktadır. Türkiye’de Kürt sorunu etrafındaki bölünme dışında esasta yaygın olarak din/mezhep, yaşam tarzı gibi kültürel kimlikler temelindeki bölünme ve sosyalist hareketlerin savundukları ideolojik/felsefi anlayışları, politik birliklerin önüne şart koşan çoğulcu demokratik olmaktan uzak olan yapıları, ana engel unsurlar olarak görünmektedir. Emekten yana Müslüman kimlikli kimi sosyal/siyasal hareketlenmeler çok küçük öğrenci/aydın çevreleri ile sınırlı. Sosyalist hareketler içinde dine ama özelde Müslümanlığa karşı geleneksel tutumu olumlu yönde değiştiren eğilimler de çok azınlıkta. TİD çevrelerinde süren ve farklı kimliklerden işçiyi sosyal/siyasal alanda tabanda bir araya getiren sürecin sınıf içindeki bu ayrımların aşılmasına önemli katkı sağlayabileceği açıktır. Ancak bu sürecin doğrudan bir işçi siyaseti için tek başına ana kurucu öğe olması da beklenemez.
Çözüm, mücadeleci sendikal çevreler, devrimci olanın işçi kitlelerini sermaye siyasetlerinden koparmaya yarayan süreçlerin bizzat kendisi olduğunun farkında olan sosyalistler ve egemenlere karşı hak, adalet, eşitlik temelinde mücadele gereğine inanmış herkesin çoğulcu ve demokratik bir işçi/emek siyasetinde birleşmesinden geçiyor.


