12 Eylül 1980-12 Eylül 2021: Eski Hamam Eski Tas, Sadece Tellaklar Değişti!

Uluslararası Kapitalizmle onun uşağı Yerli Kapitalizmin TSK marifetiyle gerçekleştirdikleri ve ülkenin içinde bulunduğumuz totaliter ve teokratik rejime dönüşmesine zemin hazırlayan halk düşmanı rejimin adı: 12 Eylül 1980 Askeri Diktatörlüğü!

Geleceğini çok değil bir iki yıl öncesinden belli eden 12 Eylül rejimi sadece ülke içi faktörlerin değil aynı zamanda uluslararası faktörlerin ağırlığını koyduğu ve hatta belki de o yönünün daha öne çıktığı bir rejimdir. Daha açık bir ifadeyle dış ve iç faktörlerin birbirini bu kadar doğrudan etkilediği bir diktatörlük rejimine az rastlanır. Ama son tahlilde hangisi daha belirleyici olmuştur sorusu sorulursa bizim buna cevabımız dış faktör olacaktır. Elbette darbe gerçekleştikten sonra ilk saldırı hedefi işçi sınıfı örgütleri olacaktı, buna şüphe yok. Nitekim öyle de oldu. Ama o günün koşullarında Türkiye’de hiçbir işçi sınıfı örgütünün iktidarı almaya ne bir hazırlığı vardı ne de iddiası. Bunu emperyalizm gayet iyi biliyordu. Sadece TSK’nın Kenan Evren öncülüğündeki darbeci karşı-devrimci çetesinin geleneksel Rus düşmanlığı Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi işgal niyeti olabileceğine inanmıştı. Oysa sorun Türkiye üzerinde dönmüyordu. Sovyetler Birliği CIA’nın kışkırtmasıyla 1980’de Afganistan’a girmişti. (Yıllar sonra bu kışkırtmayı ABD stratejisti Brezezinski şöyle açıklamıştı: “Biz orada İslamcıları askeri olarak desteklemeye başladığımızda Sovyetlerin bu tuzağa düşüp Afganistan’ı işgal edeceklerini hesaplamıştık. Bana şimdi Taliban geldi daha mı iyi oldu diye soruyorsunuz. Kim takar Taliban’ı biz bu manevramızla koskoca Sovyet rejiminin sonunu hazırladık.”) Ondan bir yıl önce İran’da emperyalizmin işbirlikçisi Şah rejimi yıkılmıştı. Tamam İran ABD’nin nüfuz alanından çıkmıştı ama orada da Sovyet yanlısı bir rejim kurulmamıştı. Sovyetlerin ne İran’da ne Türkiye’de gözü vardı. O bugün olduğu gibi kendi sınırlarını koruma telaşındaydı.

Peki o zaman niye Kenan Evren darbesi tezgahlandı? Çünkü ABD de İran’ın kendi nüfuz alanından çıkmasından rahatsız olmuş benzer bir durumun Türkiye’de de yankı bulmasından çekinmişti. Bu İran’da ya da Türkiye’de iktidarın işçi sınıfının eline geçebileceğinden duyulan bir korku değildi. Zaten öyle de olmadı. Ama nüfuz alanlarının yeniden paylaşımı söz konusuydu ve bu noktada Türkiye’nin İran’daki gelişmelere karşı bir denge oluşturması gerekiyordu. İşte 12 Eylül 1980 askeri diktatörlüğüne emperyalizmin de yerli patronların da bu sebeple ihtiyaçları vardı. Büyük patronların sendikasının Başkanı Halit Narin, “artık işçilerin değil bizim gülme sıramız geldi” derken bunu kastediyordu. Koç Holding’in Başkanı Vehbi Koç da işçileri, işçi önderlerini, devrimci sendikacıları ve siyasileri hapse tıkmak için Kenan Evren rejimine kıyak olsun diye Metris askeri cezaevini parasız inşa ettirdi.

Aradan geçen zaman içinde 12 Eylül 1980 askeri diktatörlük rejiminin kurumları  “sözde” yıkıldı; onların yerine CBHS ile beter baskıcı yapılar oluşturuldu.

Kenan Evren diktatörlüğünün açtığı yoldan gidilerek 40 yıl içinde devletin geçmişten gelen bütün sosyal niteliği berhava edilmiş, özelleştirmelerle bütün mal varlığı satılmış, ormanları özel şirketlerin madencilik işlerine hasredilmiş, şehir hastaneleri, oto yollar, köprüler, kanallar ve benzerleriyle torunlarımızın çocuklarının bile dünyaya borçlu doğmasına neden olunmuş, TOKİ’lerle kamu arazilerine el konulmuş ve bunların üzerine hırsızlıklarıyla ünlü büyük inşaat firmalarına iş alanları açılmış, işçilerin her türlü hakkı tırpanlanmış, greve çıkmak neredeyse fiilen imkansızlaştırılmış, gençlerin eşit ve parasız eğitim imkanları neredeyse sıfırlanmış, kadınların eşdeğer işe eşdeğer ücret talepleri kulak arkası edilmiş, Kürt illerinde muhalefet partisi HDP’nin seçim kazanan bütün belediyelerine el konularak yerlerine geçmişte tek parti döneminde olduğu gibi valilere bağlı kayyum atamaları yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Tabii bütün bu politikalar devletin sosyal ayağını kuşa çevirmekte ama buna karşılık devletin polisiye yanı sürekli olarak güçlendirilmek zorunda olmaktadır. Devletin askeri ve polisiye bütçesi diyanetin bütçesiyle birlikte şaha kalkmış vaziyettedir.

Dolayısıyla 12 Eylül darbesinden bu yana varılmış olan ve bu şekilde özetleyebileceğimiz yıkım tablosu karşısında bugün ezilmiş, horlanmış ve geleceği elinden alınmış durumdaki işçi sınıfının yapması gereken bellidir: 12 Eylül 1980 darbesi ve askeri diktatörlüğü vasıtası ile o gün sendikal gücünü ezdiğiniz Türkiye işçi sınıfı bugün bağımsız bir siyasal güç olarak kendini örgütlemeli, siyasette işçi ittifakını var etmelidir. Tam da bu sebeple bugün işçi sınıfının buna katkısı olacak tüm siyasal sendikal örgütleri ortak mücadelenin yollarını bulmalı ve BİRLİK çağrılarını güçlendirmelidir.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir