Kadrican Mendi *
Sovyetlerin kendini feshetmesinin ardından kapitalist batı zaferini ilan ederken Samuel Huntington 1993’te yazdığı “Medeniyetler Çatışması” makalesi ile soğuk savaş sonrası egemenleri için yeni bir strateji öneriyor; “1990’lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini” söylüyordu!
Bu bir anlamda “Batı”ya atfedilen “ideal medeniyet” karşısında diğer medeniyetlerin kaçınılmaz olarak “öteki” olduğu retoriğinin güncellenmesiydi.
Emperyal içeriği gizlemek için kullanılan “Medeniyet” retoriği “Batı”yı kendi öznel farklılığı içinde “ötekiler”in hedefi olarak resmediyordu.
Bu tehdit karşısında, Nato’ya ihtiyacın da halen devam ettiği tezi güçlendiriliyor, Komünist tehdit kalksa da, “öteki”nin bu kez medeniyetler kisvesi altında varlığını devam ettirmesine karşı “medeni dünya” uyarılıyordu!
Huntington mezkur tezinde bazı ülkeleri “kararsız ülkeler “olarak tanımlıyor, bir kültür havzasına ait olmasına (ve halkın şiddetle karşı olmasına) rağmen başka medeniyetlere geçiş yapmak isteyen ülkeleri bu tanıma sokuyordu.
Bunlardan biri de Türkiye idi. Yani otantik olarak “doğu”lu olmasına, “İslam medeniyeti”nin bir parçası olmasına rağmen “modern Kemalist” Türkiye aslında ısrarla “”Batı Medeniyenin bir parçası olmak istiyordu!
Bu çerçevede Türkiye Nato’nun sadık koçbaşı olarak ve Amerika’nın özel teşvikiyle tam da bu medeniyetler arası çatışmanın merkezindeki coğrafyasında inisiyatif almaya başladı!
Öncelikle 1991’de başlatılan Irak’ın ilk istila denemesinde Türkiye “en iyi yardımcı oyuncu”ya oynadı!
Dönemin cumhurbaşkanı Özal, Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgalinin bölgedeki en büyük destekçisi olmuş, meşhur; işgale katılırsak “bir koyup üç alacağız” ifadesiyle aslında “yeni Türkiye”nin AKP döneminde de aynen devam eden dış siyasetinin sloganını belirlemişti!
Hemen ardından 93’te, Yugoslavya’nın çözülmesi sürecinde, özellikle Bosna-Hersek savaşında, Balkan savaşından beri ilk kez bölgede inisiyatif alma imkanını Amerika’nın safında ama kendi “model”iyle sorunun parçası haline gelerek yakalıyordu! [1]
Soğuk savaş sırasında Afganistan’da Pakistan’la birlikte komünist tehdit karşısında “özgür dünya” için gayr-ı nizami harbin parçası olarak yer alan Türkiye sonrasında da Çeçen savaşı’nda yine bir Nato aparatı olarak “eğit donat” faaliyetleri yürüttü.
Bir yandan da yeni bağımsızlığını kazanan “Türki Cumhuriyetler”de, “Türk islamı” modeliyle Nato adına medeniyetleştirici bir misyon yürütüyordu. Kullanılan araç ise yeni yeni palazlandırılmaya başlayan “Fettullahçılar”dı
Atlaya atlaya gelirsek listeye son Suriye işgali teşebbüsünü ve Azerbaycan’a asker gönderilmesini de ekleyebiliriz.
İşin özeti; Türkiye devletinin 50’lerden itibaren Nato’nun bir parçası olarak, bölgeye dönük kendi emperyal hedeflerini gerçekleştirmek için, bunları Nato/ABD çıkarlarıyla örtüştürerek, önüne çıkarılan her fırsata balıklama atlamasıdır.
Özellikle son “Arap baharı” sürecinde AKP/Saray iktidarının kifayetinin ötesinde çıkışlarıyla bölgede kendi emperyal siyasetini “bağımsızca” izleme teşebbüsleri – ki bu iç kamuoyuna anti-emperyalizm/ büyük Türkiye vs. gibi yutturulmaya çalışılıyor- akamete uğradı.
Anlaşılıyor ki saray iktidarı yolun sonuna gelmişken son hamlesini yeniden başladığı noktaya dönerek Nato/ABD’ye sadakatini gösterme şeklinde kullanma niyetinde!
Ukrayna’da yaşanan aslında bittiği söylenen ama lokal düzeyde hala devam eden “soğuk savaş”ın son cephesi.
Nato ve lider ülkesi ABD tamamen emperyal amaçlarla tüm dünya üzerinde bir piyasa hakimiyeti peşinde. Bunun dışında kalmaya çalışan, kendi bölgesel emperyal hesapları olan Rusya-Çin bloğuna karşı her yönden bir kuşatma çabası içinde.
Bunun sacayaklarından biri de Türkiye/İsrail/Azerbaycan/Hindistan (Afganistan’ı zikretmedik; şu makaleye bakılabilir [2] ) üzerinden pekiştirilmeye çalışılan doğu/güneydoğu ayağı iken diğeri de yine Türkiye üzerinden geliştirilmeye çalışılan Karadeniz bölgesi.
Bunun karşısında Rusya’nın tavrı bu güç yarışında Nato’nun yayılmacı siyasetine karşı kontra hamlelerle cevap vermek.
Bir kısmını yukarda saydığımız örneklerde olduğu gibi bu güç çekişmesi, maliyeti bölge ülkelerin halklarına ödettirilerek, çözüm için masaya kendilerinin oturduğu kirli bir pazarlık süreci aslında!
Peki Ukrayna’da bir savaş çıkması olasılığı var mı? “Medeni Avrupa”nın burnunun dibinde mi? Aklından bile geçirme!
* İKEP Sakarya İl Temsilcisi
[1] Suriye işgali teşebbüsünde, saha da ABD/Türkiye çıkarları doğrultusunda faaliyet yürüten İHH’nın devletle/MİT’in ilişkilendirildiği ve yurtdışı operasyonlarda yer almaya başladığı ilk olay Bosna savaşı idi.
[2] Geç kalmış emperyalizmin son neferi AKP / Afganistan’da Ne Oluyor?