Kadrican Mendi **
Hayatımız boyunca birçok kimliği taşıyoruz üzerimizde.
Evlat, çocuk, ebeveyn, öğrenci, genç, Müslüman, erkek, kadın, Sünni, alevi, Kürt, Türk, sağcı, solcu…
Bunların bir kısmı doğuştan sahip olduklarımız bir kısmı ise içinde bulunduğumuz toplumsal/tarihsel koşulların bize dayattıkları…
Ama bir de sistemin dayattığı, küçük ama egemen bir sınıfın çıkarları doğrultusunda sıfırdan inşa edilmiş, ya da mevcut kimliklerin DNA’sıyla oynanarak üretilmiş kimlikler söz konusu.
Bunları fark etmek, ayırt etmek gerçekten çok güç.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan bir kişinin hayatını düzene koyarken esas aldığı ahlaki esaslar, devletin ihtiyaçları karşısında birden tuz buz olabiliyor; İslam faizi yasaklarken devlet “Müslüman”lardan tasarruflarını bankaya yatırmasını isteyebiliyor mesela! “Dinde zorlama yoktur”a inanması beklenen bir Müslüman devlet tarafından başka inançtaki insanlara karşı tahrik edilebiliyor! Ya da hak’tan hukuktan, zekâttan bahseden “zengin Müslüman” yanında çalışan emekçinin hakkından çalıp topladığı parayla “hayır hasenat” işlediğini söyleyebiliyor! Kendini meşrulaştırmak için kullandığı gerekçesi de devletin tayin ettiği vergi, ödediği SGK pirimi ve yine devletin tayin ettiği asgari ücret!
Camide zenginle yoksul aynı safta el bağlıyor evet ama çıkışta zengin cipine binerken emekçi otobüs durağına seğirtiyor!
Egemenler tarafından herkese “Türk” olduğu empoze ediliyor ve sürekli “her Türk’ün asker doğduğu” söyleniyor ama savaşta ölenler nedense hep “Gariban Türkler” oluyor!
Örnekleri “Türklük”, ”erkeklik”, ” Sünnilik üzerinden çoğaltabiliriz; Sonuçta bu “kimlikler”in hepsi de meşruluğunu devletin resmi söyleminden alıyor ve devletin, aslında kendini devlet olarak sunan küçük bir sınıfın çıkarları için kullanılıyorlar.
Kimliklerin bu denli kolayca ve pervasızca egemenlerin lehine kullanılabilmesi emek siyaseti açısından bir handikap!
Bu handikabın aşılabildiği yegâne zemin, insanın tüm kimliklerden bağımsız olarak (ama elbette bunları reddetmeksizin) varoluşuyla doğrudan alakalı olan, herkesin, ama herkesin, alınterinin karşılığını alabilmesi mücadelesidir.
Dikte edilen tüm süslü lafların, yüksek sesten sloganların, karşısında tuz buz olduğu yalın ve apaçık gerçek; EMEK!
Ancak emek karşısında takınılan tutum, herhangi bir “kimlik”in kimin yararına kullanıldığını açığa çıkarabilir.
Gerçekler, tüm kimliklerden bağımsız olarak, ancak emek siyasetinde durduğumuz yerle berraklaşır.
Emeğin siyaseti, özünde insanın haysiyet mücadelesidir!
Emeğin siyaseti, insanın; neyi hak ettiği, mücadelesi karşılığında neyle karşılaştığı ve haysiyetine sahip çıkıp çıkmayacağı mücadelesidir.
Ve temelde, emeğin siyasetinin yine emeğin sahiplerince sürdürülmesi mücadelesidir.
* İşçinin Kendi Partisi merkezi bülteni Paydos’un Mart 2022 tarihli 1. sayısında yayınlanmıştır.
** İKEP Sakarya İl Temsilcisi