Bedri Soylu **
İşçileri ve emekçileri sömüren bu düzenin çıkış kapısını kimler görüyor ve bu kapının önündeki gardiyanları kimler örgütlenerek dize getirebilir? Düzenin değişmesini mesele eden her bireyin en başta sorması gereken soru budur. Ve bu sorunun cevabı hala işçi sınıfıdır.
***
Sanayi devriminden sonra kapitalizmin derinleşeceğini görenler işçi sınıfının kritik bir anlam kazandığını öne sürmüştü. Ve mücadelenin omurgasını işçi sınıfının oluşturacağını gözeterek bir siyaset geliştirmenin anlamlı olacağını söylediler. Zaman içinde ezilenlere ve mücadelecilere dair tanımlar ve anlamlar değiştikçe işçi sınıfının rolü tartışılır olmaya başladı. Mücadele tarihine baktığımızda bu durumun pekâlâ bir karşılığı var. Siyaset sonuçta yapıldığı atmosferle çok ilgili bir olgu.
Geldiğimiz noktada görmemiz gereken, neoliberalizmin küstahça vurgulanan zaferinin sadece Türkiye’de değil bütün dünyada mücadele pratiklerini geriye düşürdüğüdür. Ve bu yenilgiden sonra önderlik kurumunun yeni karakteri pek tartışma konusu edilmedi. Hala 20. yüzyılın destanlaştırılan hadiseleri üzerinden yaklaşımlar sürüyor. Oysa yaşadığımız yenilgilerden ve maruz kaldığımız devasa iletişim kültüründen bazı şeyler öğrenmemiz gerekiyor.
Bir kere örgütlenme imkânları ve kitle gücü hala işçi sınıfının mücadelesine bakıyor. İşçi sınıfı isterse ve harekete geçerse pekâlâ örgütlenebiliyor ve siyasi atmosferi şekillendirmekten geri durmuyor. Yani işçi önderlikleri olmadan iktidar değişecek gibi durmuyor. Neoliberalizmin bizdeki ilk görüntüsü olan Özal iktidarını indiren 89 Bahar Eylemleri hala konuşulan bir hadisedir.
İkinci olarak, işçi sınıfı artık dünya ile aracısız irtibat kurabiliyor ve öğrenmek istediği herhangi bir bilgiye kolayca erişebiliyor. Bu durum kendisini çeşitli nedenlerle daha aydınlanmış görenleri bir düzeyde anlamsızlaştırıyor. Sistemin bütün yüküne katlananlar sistemi hemen herkes kadar öğrenebiliyor. Buna ezilenlerin cümlelerindeki sahiciliği de katarsak, herhangi bir işçinin ortaya koyduğu pratiğin kıymeti hayli öne çıkıyor.
İşçilerin önderliği olgusunu besleyen üçüncü bir durum olarak da işçi sınıfının bulunduğu kesişim noktasını söyleyebiliriz.
Erkek bir karakter sergileyen sistemin ezdiği kadınların yükselen mücadeleleri, haysiyetli bir yaşam için seslerini çıkaran ama henüz işçileşmemiş olan gençliğin gelecek kaygıları ve haykırışları, sistemin çarkı içinde gerçek üretimi gerçekleştiren sınıfın kitleselliği ve sancıları, ancak “işçi sınıfı” terkibinde buluşuyor. Orta sınıf olarak ayrıksı bir anlam yüklenen ama aslında biraz daha fazla kazanan işçilerden ibaret olan görece tahsilli kuşağın da kapitalizmin krizlerinden gördüğü zararlar, ister istemez kendilerinden farklı gördükleri işçi sınıfının bir parçası olduklarını hatırlamalarına neden oluyor. Fikir ve kültür emekçilerinin de gelir düzeyleri ve yaşam koşulları ortada. –Tabi meşhur olanları saymıyoruz, görünmeyen büyük kalabalığı kastediyoruz- Haliyle işçi sınıfının kesişim noktasında durduğu bir tartışma konusu değil.
Sonuç olarak mağaradan çıkmanın yolu, hala işçi sınıfının önderliğinden ve örgütlülüğünden geçiyor. Bunun için de olabildiğince birleşik ve demokratik bir siyaseti ısrarla gözetmek zorundayız.
* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Mayıs 2022 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır.
** İKEP, İstanbul İl Sekreteri
*** Bu yazının uzun hali emekveadalet.org’da “İşçi Sınıfının Önderliği Gerçekçi Mi?” başlığıyla yayınlandı.