Gül Çandır Saç
Ben, bedensel zorluklarla hayatına devam etmeye çalışan bir kadınım. Engellilik raporum neticesinde yaşadığım güçlükler otoriteler karşısında yasal olarak da tanındı. Fakat ben biliyorum ki, hiçbir engellilik oranı benim yaşadığım zorlukları ve yaşayamadığım kolaylıkları temsil edemez. Bizlerin yaşadıklarını veya yaşayamadıklarını sayılarla anlatmamız mümkün değil. Tüm kadınlar için yazmak istiyorum elbette ama en çok da hayatına bedensel zorluklarla devam eden kadınları düşünerek ev içi emek konusunu mesele ediniyorum. Kadınların bedenlerini benliklerinden kopuk, öznelerin kendisinden ayrı birilerinin işine yaraması gereken, sürekli dönen bir çarkın evde, işte, her yerde hareket halindeki bir nesnesiymiş gibi görüyorlar, nice onurlu yaşam mücadelelerine şahitlik etmeden! Ancak böyle bir bedeni ‘makbul’ kabul ediyorlar. Bedenlerimiz arasında hiyerarşi kurmanıza, faydacılığınıza göre ilan ettiğiniz makbul olmayan özneleri değersizleştirmenize izin vermeyeceğiz…
Ev içi emek aslında ücretsiz emek olarak tanımlanıyor. Ücretsiz emek ne demektir ve bu emek neden kadınlar tarafından üretilmek zorundadır? Toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği sonuca bakarsak, ev işlerinden ve çocuk bakımından kadınlar sorumlu tutuluyor. Neden? İnsanlar çoğunlukla ‘’neden’’ sorusunu bilinç düzeyinde yıllarca soramıyorlar. Gerçekten bir ‘soramama’ hali var burada… Çünkü eril tahakküm sadece toplumsal cinsiyet rolleri inşa etmekle kalmıyor kadınları ikincilleştiren rolleri sorgulamamızı da engelliyor. Bir adım öteye geçersek sorgulama becerilerimize saldırıyor. Bu saldırı; aile, çevre, okul, iş gibi tüm sosyal çevreyi inşa eden patriyarkal duvarlarla örülmüş öğretilerin evlerinde gerçekleşiyor aslında… Her biri bir öğreti evi… Eğer şanslıysak başka türlü karşılaşmalarla daha eşit ve adil ilişkilenme biçimlerinden haberimiz oluyor. Her şey o kadar olması gerektiği gibi ki, neden ev işlerinden kadınların sorumlu tutulduğu sorusu bile kendi kendini imha ediyor toplumda. Ev içi emeği düşündüğümüzde, ortada ücretsiz bir emek var ise o zaman bu gönüllü bir faaliyet midir? Kadınların böyle bir asli göreve çok da gönüllü olabileceğini sanmıyorum. Zira hangi kadınla konuşursanız konuşun ister feminist olsun ister olmasın en çok zorlandığı mekânlardan biri kendi yaşadıkları alanlardır! Bir yerde gönüllülüğün oluşabilmesi için eşitlerin karşılaşması gerekir. Toplumsal cinsiyet rollerine göre inşa edilen kadınlık ve erkeklik karşılaşması eşitlerin değil eril tahakkümü merkezine alan bir karşılaşmadır. Dolayısıyla burada gönüllülükten de bahsedemeyiz. Peki, nedir bu ücretsiz emek ve ne oldu da kolay kolay sorgulanamayan toplumsal bir işleyiş olarak kadınların asli görevlerinin arasına girdi ve kadınların hayatını bu kadar köşeye sıkıştırmasına rağmen başka türlü bir aileyi ve dünyayı mümkün kılmamayı sağladı? Bu soruların cevabı tabi ki erkek egemen düzenin, yani partiyarkanın, kadınlar üzerinde yarattığı tahakkümün en normalleşmiş sonuçlarıdır. Ev içi emek yani ücretsiz emek karşılıksız bir şekilde kadınlar tarafından hane içinde tekrar ve tekrar düzenli olarak üretilmektedir. Erkekler ise dışarıdaki ücretli emekten birinci derecede sorumludur. Kadınların ev içi emeğiyle karşılaştırıldığında onlar dışarıda ‘ciddi’ bir iş yapanlardır. Bazı ‘vicdanlı erkekler’ zorunlu olmamasına rağmen ciddi işlerinin yanında kadınlara yardım eden vicdanlı insanlardır. Bu roller evi ortak bir yaşam alanından ziyade kurumsal bir mekâna dönüştürmektedir. Ev, ortak bir yaşam alanı değildir, sürekli karşılıksız emek üretilen ve mesaisiz bir iş yeri niteliği göstermektedir. Hele kadın ücretli bir işte çalışmıyorsa bu mesai şartları daha da ağırlaşmaktadır ve çalışma saatleri de oldukça uzamaktadır! Ücretli işte çalışan bir erkek için ev içi emek; ortak yaşamı düzenleme gibi gayet doğal bir yaşam paylaşımı değildir, ‘ben de işte çalışıyorum’ gibi kadını mesaiye davet eden bir kurumsallaşma sürecinin parçasıdır. O yüzden kadınlar sıklıkla şunu rahatlıkla söyleyebilir ‘evde çok işim var!’ Tarihteki feminist tartışmalara baktığımızda kadınlar ev içi emeğin ücretlendirilmesine yönelik çeşitli önerilerde bulunmuştur. Zira ‘görev’leşmiş bir emek aslında kadının bedeni üzerinden bir meta yaratmaktadır. Kadın ev içerisinde bir beden işçisi konumuna yerleşmektedir fakat emeğinin karşılığı ücretlendirilmemektedir. Çünkü patriyarkal aile sisteminde bu zaten kadının yapması gereken bir ‘iş’tir, yani bir ‘görev’dir. Aslında bu apaçık bir adaletsizliktir! Yaşam alanını adil ve eşit şartlarda ortak bir dayanışma mekânı olarak görmemek düpedüz bir kurum yaratmaktadır. Bu kadar apaçık olan bir şeyin sorgulanmaması için patriyarkanın harika bir planı vardır! Kurumun önüne aileyi koyduğumuzda birçok şey daha kolay meşrulaşmaktadır: Aile kurumu! Patriyarkal kapitalizm, emeği ücretlendirmeyecek ama öyle ödüller bahşedecektir ki kadın sanki bunu gönüllüymüş gibi kabul edecektir. İşte bu görevler, bu yoğun emek ve çaba neticesinde, yani ancak böylelikle ‘kutsal anne’ ya da ‘makbul kadın’ ünvanlarına erişebilecektir. Patriyarkanın ödülleri toplumun her kesimi tarafından kabul gören ve yüceltilen bahşedilmiş hediyelerdir. Aslında olan şey; erkek egemen düşüncelerle bu ünvanların içi doldurulmaktadır ve ancak ‘böyle bir kadın olursa iyi bir annedir’ gibi eril toplumun inşa ettiği kadınlığa yine toplumun kendisi onay vermektedir. Böylelikle kadınlar patriyarka ile bir pazarlığa davet edilmektedir. Kadınlar bu pazarlıktan ya ‘iyi anne’ ya da ‘evlenilecek kadın’ olarak çıkacak veya ‘beceriksiz’, ‘depresyonda’, ‘eğlenilecek kadın’ olarak etiketlenecektir.
Bu bağlamda ben de bir özne olarak kendi yaşamımı buraya taşırsam ev içi emek meselesinde patriyarka ile pazarlığa girmediğimi ilan ediyorum. Bedensel zorluğumdan önce de bu pazarlıkta anlaşamamıştık kendisiyle… Fakat çevremdeki insanlar bu pazarlığın reddedilişini o kadar yadırgıyor ki! Partnerimle aynı evi paylaşıyoruz. Ben engelleriyle yaşayan bir birey olarak haftanın 5 günü çalışıyorum, fakat kendisi bir akademisyen olduğu için onun haftada bir veya iki gün okula gitmesi yeterli oluyor. Beden olarak eşit koşullarda değiliz, başıma gelen bir hak ihlali neticesinde eskisi gibi hareket edemiyorum. Adil ve eşit bir iş bölümünü planlarsak, benim ‘kadın’ olmam tüm bu eşit olmayan koşulların önüne geçiyor. Dolayısıyla ev işlerinde benim yerime partnerimin aktif olması oldukça garipseniyor. İki yıl öncesine kadar engellerimle yaşamıyordum. Kadınların ev içi emek konusunda adil ve eşit bir yaşamı hak ettiğini savunuyordum. Fakat şu an baktığımda, bedenleriyle zorluk yaşayan nice kadın var, nice kronik hasta, nice engelli birey… Bedenlerimiz patriyarkanın ya da aile kurumunun işine yaramadığında daha mı az değerli olacak? Buradan özellikle patriyarkal kapitalizmin en çok ‘işe yaramaz’ gördüğü benim gibi engellerle, kronik hastalıklarla yaşayan kadınlara seslenmek istiyorum… İsmini bilmediğim, sağlık kurulu raporu sırasında yanımda oturan MS hastası olan canım kadına da seslenmek istiyorum. ‘Bana, çalışamıyorsan git evde otur’ dediler diyen o onurlu kadına! Sağlık kurulunda ‘50’ saniyede engel oranı belirleyen otoritelerin karşısında zar zor ayakta duran bedenlerimizin sıra bekleyen nesneler değil, yığınla yaşatılan zorluklar karşısında yaşamda kalan onurlu özneler olduğunu bilerek sesleniyorum, bir kez daha! ‘Tüm ev işleri eşimde sağ olsun’ demek zorunda bırakıldığımız toplumda yaşadığımız bu utanç bizim değil patriyarkanındır! Yaşadığım her anda, jestiyle, mimiğiyle, sözüyle, kurduğu iletişimle ‘işe yarar beden’ ve ‘işe yaramaz’ beden ayrımı yapanlar, sizleri görür görmez tanıyorum. Sizlere dümdüz söylüyorum onların anlayışını: Büyük bir çöp kutusu hayal edin. Eğer ki bedenlerimiz çıkarılabilecek bir giysi olsaydı eminim ki bedenlerimizi anında çöpe atarlardı. Fakat bakın artık çöplerden konuşuyoruz yeni ekolojik dünyada! Çöplerin geri dönüşümünden! Her şeyi tüketerek ve işgal ederek yaşayanlar, çöpleri estetik şehirlerinden uzaklaştırmaya çalışanlar, yağmacılığı modern biçimde servis edenler, işte onlar şimdi çöplerin derdine düşmüş! Bir dünya düşünün ki, bunca yağmacılıktan çöpleri dönüştürerek ekolojik kurtulma planları yapıyor. İşe yarayan bedenlerin durumu farklı mı ki? Nefesimizi bile sömüren bu adaletsiz çark için düşünen ve sorgulayan bireyler, yani özneler olmamız beklenmiyor. Çarkı döndüren nesneleşmiş bir beden olmamız bekleniyor. Bu pazarlığa girmediğinizde bedenlerinizin bir giysi gibi çıkarılıp çöpe atılması hayalinden asla vazgeçmeyecekler. Bana sorarsanız, hepimiz çöpüz! Ve dönüşmeye ihtiyacımız var!
* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Mayıs 2022 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır.