Korona Salgınıyla Mücadelede Politikalar

Zeki Kılıçaslan **

Salgının üzerinden iki yılı aşkın süre geçti. Bu dönemde uygulanan politikalar üzerine konuşabilmek için öncelikle salgınla mücadelenin esas özelliklerini, hükümetin salgınla mücadeledeki temel önceliklerini ve hastalıklarla mücadelede dar anlamıyla sağlık sektörünün/hizmetlerinin sınırlılıklarını konuşmak gerekmekte. Bunlar yapılmaz ise bu konuyu, sağlık kurumları ve hizmetlerimizin yeterlilikleri ve sağlık emekçilerinin özverili mücadele çerçevesi dışında ele alamaz duruma geliriz.

Koronavirus (SARS-CoV-2) olayında olduğu gibi tüm salgın hastalıklarla mücadele esas olan bulaşma sürecinin yavaşlatılması ve mümkünse durdurulmasıdır. Bu salgında olduğu gibi bir hastalık etkeni insandan insana çok hızlı yayılıyorsa bu konudaki en etkili önlem insanlar arasındaki temasının belirlenen süre boyunca en aza indirilmesi olmalıdır. Hâlbuki kamu kaynaklarını büyük ölçüde israf etmiş ve hazineyi tamtakır bırakmış hükümet, bulaşmanın yavaşlatılması için gereken zamanda, genişlikte ve gereken sürede kapanma önlemlerini almayıp üretimin sürmesi için çoğu sektörde çalışmayı devam ettirmiş ve bu yolla da çok sayıda emekçinin önlenebilir ölümüne veya hastalanmasına neden olmuştur.

Bir toplumda salgınla mücadele, merkezi ve yerel yönetimler, ilgili bilimsel kuruluşlar, çalışanların örgütleri, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ortaklığı ve ancak toplumun en geniş güveni ve katılımı ile yani bir nevi “ulusal seferberlik” ile etkili şekilde gerçekleştirilebilir. Hükümet daha baştan dar bir siyasi görüşle kendi partisinden olmayan yerel yönetimleri, bilimsel dernekleri, odaları ve sendikaları dışlayarak hem toplumun geniş kesimlerinde güvensizliğe yol açtı hem de büyük bir gücü dışlamış oldu. Toplumla iç içe olan yerel yönetimlerin büyük kapasiteleri tam olarak harekete geçirilemedi. Bu nedenle hükümete güvenleri azalan geniş toplum kesimlerinin alınan çeşitli önlemlere uyumu azaldığı gibi, hükümetin emrindekilerle kurulan “Bilimsel Danışma Kurulu”nun bilimsel yeterliliği sorgulandı, güvenirliği azaldı.

Salgın hastalıklarla etkin mücadele esasta hastanede veya yoğun bakımlarda değil sahada ve toplumun içinde yapılmalıdır. Hâlbuki bizde öne çıkan hastane ve yoğun bakım hizmetleri ve orada çalışan sağlık emekçilerinin özverili çalışmaları oldu. Birinci basamak sağlık sistemimizin ve çalışanlarının rolleri arka planda kaldı. Böylesi bir salgında hastaların çok çok azı hastane hizmetlerine ihtiyaç duymaktaydı. Yani birinci basmak sağlık sistemimiz, gerek çalışanlar gerekse tanı araçları açısından daha donanımlı olsaydı salgınla çok daha etkili ve çok çok daha ucuz bir şekilde mücadele edilebilirdi. Çünkü bulaştırıcı hastalar yerelde saptanacak, onlar ve yakınları çok daha erken olarak karantinaya alınabilecek, yolda ve kalabalık hastanelerdeki bulaşmalar önlenecek, gereksiz hastane başvurularının yol açtığı “tanı” ve “tedavi ”  harcamaları olmayacaktı. Çünkü çok bilinen bir şeydir ki birinci basmakta çözülebilecek aynı sağlık sorunu için hastaneler birinci basamağa göre çok çok daha fazla harcamaya yol açarlar ve bu halkın yegâne birikimi olan SGK fonlarından, vergilerimizden yapılmaktadır.

Sağlık emekçileri başta hemşireler olmak üzere salgınla çok yoğun bir özveri ile mücadele ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Aslında sağlık altyapımız yeterliydi, yetersiz olan sağlık politikalarımız idi. Sağlık emekçilerimiz çok başarılı ve fedakâr idi eksik olan emek politikalarımız idi ve ne yazık ki halen öyle.

Türk Tabipleri Birliği’nin ‘Emek Bizim Söz Bizim’ sloganıyla başlattığı eylemlilik sürecini, Dr. Coşkun Canıvar’dan alıntıyla “Emek bizim, söz bizim, kontrol bizim, denetim bizim diyerek mülkiyet ve iktidar ilişkilerini sorgulayarak ve hedef alarak “ yürümekten başka yolumuz yok!

* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Mayıs 2022 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır.

** İKEP Parti Danışmanı

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir