Turabi Yerli **
Çok zordur.
Bir topluluğun içine girildiğinde o topluluğun varsaydığınız kuralları dışında davranabilmek. Sosyal Psikoloji alanında yapılan sayısız deneyler davranışların sosyal normlardan ne kadar etkilendiğini ortaya koymaya devam etmektedir. Bir okuldaki öğrenciden “öğrenci” gibi davranması beklenir ve herkes bilir nasıl davranması gerektiğini. Bütünüyle uyar ya da uymaz ama uymuş gibi yapar en azından. Bir futbol maçına giden taraftar da nasıl davranması gerektiğini bilir. Taraftar slogan atar, takımını destekler ve tüm taraftar küfrederken, birden tek başına küfrettiğini hiç duymadığınız biri birden küfredebilir. Bir taraftara yakışan davranışta bulunulmalıdır çünkü. Bulunmazsa kabul görmeyeceğini bilir.
İnsan sosyal bir türdür ve toplum dışında varlığını sürdüremez. Türün devamı ancak sosyal organizasyonla sağlanabilir ve türün her bireyi bunu içgüdüsel olarak bilirler. Bu nedenle türünün işlevsel bir parçası olması çabalarını sürdürür ve bu olamadığı zaman kaygı, anlamsızlık, değersizlik ve yok olma eğilimi ağır basar. İster tek hücreli, ister çok hücreli olsun, ister basit, ister insan gibi en karmaşık canlı olsun, tüm canlıların ortak temel özelliği türün devamını sağlamaya ve türün işlevsel parçası olmaya yönelmesidir. Bunu hissetmenin yolu da başka insanlarla ve gruplarla bağ kurmak ve o grubun normlarına uymak, iyi bir bireyi olmaktan geçmektedir. Evde aile grubunun işlevsel parçası olmak, okulda öğrenciler grubunun ya da öğretmenler grubunun, stadyumda taraftarlar grubunun ya da bir arkadaş grubunun kabul edilen ve değer gören parçası olmak kişiyi iyi hissettirir. Daha geniş grup aidiyetlerinde de örneğin ilgili milli ya da dini grubun kabul edilen parçası olma isteği yoğun olarak hissedilir. Bunun için örneğin bayrak asmak ya da dini kutlama mesajları yollamak esastır.
Dolayısıyla pek çok farklı grupsal aidiyet içinde olabildiğimiz için pek çok farklı rolü üstleniriz. Zaman zaman farklı grupsal aidiyetler arasındaki farklı tutum gereklilikleri çatışabilir. Ders saati ile maç saati çakışabilir ve öğrenci kimliğiniz ya da taraftar kimliğinizden birini tercih edersiniz. Derste maçı açıp takımı destekleyen şarkılar söylemeniz pek de kabul edilebilecek bir davranış olmadığını bilirsiniz. Ama bazen 2002 dünya kupasında olduğu gibi iş ve okul saatine gelen üçüncülük maçında pek çok okul ve iş yerinde milli taraftarlık kimliği/rolü diğer rollerin önüne geçmiş ve pek çok yerde televizyondan iş ve okul saatinde maç seyredilmiştir. Aynı şey 10 Kasım saat 09:05’te de yaşanır. Sürücü rolü, çalışan rolü vs. o sırada bir dakikalığına da olsa rafa kalkar ve ulusal kimlik ya da Atatürk’ü seven rolü ön plana çıkabiliyor. Böyle olmazsa dışlanacağı düşüncesi o anlık diğer kimliklerin arka plana itilmesini sağlar. Trafiği tıkama anormal bir davranış olarak algılanmaz.
Siyaset alanında ise, içinde yaşanılan toplumun egemen kuralları her zaman belirleyici olmaktadır. Tabii ki taraftar rolü farklı taraftar gruplarının varlığını reddetmiyorsa, siyasette de farklı grupsal aidiyetlerin olması egemen kuralların belirleyici olduğu düşüncesiyle çelişmez. Bugün sokak söyleşilerinde uzatılan mikrofonlara kim “demokrat” kimliği/rolü dışında bir şey söyleyebiliyor ki? Marksistler arasında bile “demokrat” olmadığınızı söylemenizin aforoz edilmenize neden olacağını bilirsiniz. Demokratlığın, toplumun sizden beklediği bir tutum olduğunu bilirsiniz. Kendi siyasi görüşünüzü bile o egemenin içinde bir ton olarak sunarsınız. Örneğin “Hristiyan Demokrat” gibi. Sol ama “Demokratik Sol”, halkların partisi ama halkların “demokratik” partisi. Toplumun sizden her zaman “demokrat” kimliğinizi başat kimlik yapmanız gerektiğini beklediğini bilirsiniz ve ona gör davranırsınız. Ve artık kimse “proletarya diktatörlüğü” kavramını kullanamaz. Var olan sistemin esasen bir “burjuva diktatörlüğü” olduğunu bildiğiniz halde, her ne olursa olsun sistemin bir “burjuva diktatörlüğü” olma niteliğinin değişmeyeceğini bilmenize rağmen “demokrasi” oyununu sürdürmeniz gerektiğini düşünür ve dışlanmamak için farklı bir şey söyleyemezsiniz. Üstelik, siyaset alanında bunu ifade edenlerin çok büyük çoğunluğunun hayatlarının hiçbir alanında “demokratik haklara”, demokrasiye uygun davranmadığını bildiğiniz halde. Kendilerinden şu ya da bu açıdan zayıf gördükleri kişilere tutumları ya da davranışlarıyla şiddet uygulayan, trafikte yan şeritten giren, sinyal vermeyen, toplumsal hayatın esasen karşı tarafın demokratik hakkı olarak algılanması gereken pek çok hakkını ihlal eden kişiler karşısında ille de “demokrat” kimliğinizle çıkma zorunluluğu!
Bu kadar saçma bir anlayış, işte egemenlerin yarattığı hegemonyanın göstergesi.
Oysa toplumsal tarihe sınıf savaşlarının tarihi olarak bakanlar için siyaset alanında saflaşmayı sınıfsal kimlikler üzerinden ifade etmesinden daha doğal bir şey yoktur. İnsanlar, futbol maçı izlerken taraftar kimliği/rolü ile davranmaları, okulda öğrenci rolü ile, evde ailenin, kahvehanede arkadaş grubunun bir parçası olarak davranmaları ne kadar doğal ise siyaset alanında emekçi/işçi kimliği ile davranması o kadar olağandır. Buna rağmen özellikle 1980’lerde Reagan, Thatcher ve Kohl ile başlayan ve Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile birlikte tavan yapan yeni ideolojik saldırı, sosyalizmin, tarihin, sınıfın ve sınıfsal kimliklerin bittiğini ilan etti. Yerine yeni kimlikler dağıtıldı. Ülkesiz kalmış işçilere yeni kimlikler edinmeleri salık verildi. Artık işçi kimliği ile “işçi ülkesi” bir üyesi olunamaz yerine başka aidiyetler edinmelisiniz! Artık Cem Karaca’nın “işçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları” parçası tarih dışı kaldı. Siyaset mi yapmak istiyorsunuz? Size kimliklerinizi dağıtalım. Ne uyar size? “Ne mi uyar bize? Hmmm, “çevreci” kimliği alalım bir adet, en yeşilinden olsun. Bu kimliği istemeyenler hepiniz doğa düşmanısınız! ” Ya da, “tabii ki kadın kimliği! Yoksa sen kadın özgürlüğüne karşı mısın, bunu asla gelmeyecek sosyalist toplumda mı çözmek üzere erteleyelim? Seni kadın düşmanı” Ya da “tabii ki Kürt kimliği alacağım. Ezilen ulusun haklarını reddeden inkarcı asimilatör bir faşist misin?”. Karşı tarafta, “tabii ki önce Türk kimliği, aksi bölünmeye hizmet eder”. Başka birileri de “sığınacak dinimiz var, tabii ki dinsel kimlik! Seni gavur seni!”.
Uzayıp gider böyle. İstediğiniz her türlü kimliği alabilirsiniz. Hepsinin hem normali hem “light”ı var. İslam, ama ılımlı İslam. Yetmedi radikal İslam. Böylece işçi/emekçi kimliği ile davrandıklarında bir arada olabilecek milyonlar siyaset alanında farklı kimliklerle birbirine karşı bazen öldüresiye mücadele edecektir.
Siz tüm kimlikleri silmek mi istiyorsunuz diye sorulabilir. Tabii ki değil, derste öğrenci kimliği ile var olmak, evde ailenin üyesi olarak davranmaya engel değilse, kahvede arkadaş grubunun parçası kimliği/rolü ile davranmak, maçta taraftar kimliği/rolü ile davranmaya engel değilse siyasette işçi/emekçi kimliği/rolü ile konumlanmak ve davranmak diğer kimlikleri ortadan kaldırmaz. Peki ama siyaset tüm alanlarda söz söylemeyi gerektirmez mi? Evet, ama işçi/emekçi kimliği ile tüm alanlara ait siyasi önermede bulunmak pek ala mümkündür. Üstelik, bu kimlik, tüm bu alanlardaki dezavantajlı yasaların esasen sermayenin ihtiyaçlarına hizmet ettiği için var olduğunun görülmesini kolaylaştırır. Sermaye düzeninde sermaye sistemine hizmet etmeyen hiçbir yasa varlığını sürdüremez. Bazen büyük sınıfsal mücadelelerle sermaye sisteminde gedik açan kimi uygulamalar dışında her değişiklik sadece sisteme hizmet ettiği sürece gerçekleşir. O gediklere bile sadece zorlanırsa sistem yıkılır endişesiyle sistem yıkılmasın diye izin verilir.
Peki ama bu ideolojik baskı altında işçi/emekçi kimliğini nasıl siyasette referans kimlik/rol haline getireceğiz? Önce tüm “toplumsal muhalefet”i bir araya getirsek olmaz mı? Bu da bir araya geliş olmaz mı?
Olacağını savunanlar bunu yıllardır deniyorlar zaten. Bırakın biz de sınıf kimliğini yeniden inşa etmek, sadece işçi/emekçi kimliği ile bir araya gelmek, siyaset alanını sınıfsal referansla mücadele edilen bir alan haline getirmek için mücadele edelim. Bu nedenle yaşasın” tüm işçilerin kardeşliği” ve son söz olarak hala güncel olan “dünyanın tüm işçileri, birleşin!”
* Bu yazının kısaltılmış hali İKEP merkezi bülteni Paydos’un Mayıs 2022 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır.
** İKEP Üyesi, İstanbul