Altılı Masa, Ekonomi İçin Hâlâ Farklı Bir Teklif Koymuş Değil

Cem Somel

Millet İttifakı’nı teşkil eden muhalefet partileri vaatlerde bulunuyor. Şimdiye kadarki açıklamalarında siyasi rejimde ve kamu yönetiminde keyfi kişisel yönetimden siyasi erklerin ayrıldığı; anayasayı, kanunları, kuralları, usulleri gözeten daha saydam bir yönetim kurmayı vadettiler.

Türkiye’nin emekçi çoğunluğu açısından elbette bu olumlu bir gelişme olur. Kamu görevlendirmesinde ideolojik ve etnik ayırımcılığa son verilmesini, keyfî atama ve azil uygulamalarına son verilmesini, mahkemelerin adil hüküm vermesini, yöneticilerin kanunlara göre iş yapmasını adalet isteyen herkes arzular.

Ancak Millet İttifakı’nın ekonominin kanayan yaralarını sarmağa ve emekçi kitlelerin acil sorunlarını çözmeğe niyet açıklaması olmadı. 23 Ağustos’ta Medyascope’ta bir haberde, Gelecek Partili Kerim Rota’nın altılı masanın seçime doğru bir ittifak masasına dönüşeceğini ve ortak bir ekonomi programına imza atacağını söylediği bildirildi.

Yaşadığımız kriz 1980 sonrasının mirasıdır

Türkiye’nin ekonomik sorunları, 1980’den beri servet-sermaye sahibi sınıfın lehine dozunu artıra artıra uygulanan politikaların sonucudur. Bunlar özetle kamu iktisadi işletmelerinin özelleştirilmesi, kamu hizmetlerinin özel girişimlere devredilmesi, taşeron işçi istihdamının yaygınlaşması, vergi yükünün emekçilerin sırtına yüklenmesi, ithalat üzerinde kontrolün kaldırılması, döviz alıp-satmaya ve dışarı yollamaya serbesti tanınması ve ekonomide tüm sektörlerin yabancı şirketlere açılmasıdır.

Bu politikaların sonuçları işsizlik, işçilerin çok az bir kısmının sendikalarda örgütlenebilmesi, ucuz ithal mallar yoluyla işçilerin başka ülkelerdeki düşük ücretleri ve kötü çalışma şartlarını kabul etmeye zorlanması, gıdada ithalata bağımlılık, servetlerin dışarıya kaçırılması, devamlı dış ticaret açığı, yabancı yatırım çekmek için yer üstü ve yer altı varlıklarımızın satılması, dış borçlanma, döviz ve dış borç bunalımları… Hepsi bu politikaların sonucu. Covid-19 salgını, küresel ısınma ve Ukrayna savaşı neticesi emekçi halkın yediği işsizlik, kur, enflasyon darbeleri cabası.

Bu politikaları kırk yıl boyunca egemen sınıfın tüm hizipleri kesintisiz uygulayageldi. Sosyal demokratı, demokratik solcusu, liberali, Millî Görüşçüsü, milliyetçisi tek başına veya koalisyonlar hâlinde uyguladı. Bu politikalar 2017 anayasa değişikliğinden önce de uygulandı, sonra da devam etti.

Yüzünü dışarıya dönen bir ekonomi, çözüm değildir

Birkaç yıldır muhalefet sözcüleri ekonomide istikrarsızlığı başkanlık sistemine ve politik belirsizliğe bağlamaktadır. Diyorlar ki, Türkiye ekonomisi yabancı yatırımlara, kredilere muhtaç. Yabancı yatırımcı güven arar, yönetimine güvenmediği ülkede yatırım yapmaz. Başkanlık sistemi ve keyfî yönetim yabancı yatırımları caydırıyor. Ekonomik kriz bundan.

Bunların tümü gerçek dışı. Birincisi Türkiye ekonomisi yapısal olarak yabancı yatırımlara, kredilere muhtaç değil. Yabancılardan döviz kesilince kriz çıkıyorsa bu kontrolsüz serbest ithalatın ve döviz alarak servet biriktirme serbestisinin sonucu. Yabancı yatırıma, krediye bağımlılığın nedeni bu uygulamalardır. İkincisi yabancı yatırımcı sadece kazanç arar. Bunlar keyfî kişisel rejimlerle yönetilen ülkelerde yatırım yapmasaydı Afrika ülkelerinde, Çin’de hiç yabancı yatırım olmazdı. Bilakis, uluslararası şirketlerin gerektiğinde yolsuz rejimlerle gayet güzel iş birliği yaptığı bilinmektedir. Son olarak Türkiye’ye şimdilerde yabancılardan döviz girişinin azalmasının sebebi Türkiye’deki siyasi olaylar değil, salgının, küresel ısınmanın ve Ukrayna buhranının dünyada yol açtığı iktisadi sarsıntıdır. Ancak AKP-MHP iktidarının düşük faiz politikası da bunların üzerine tüy dikti.

Sonuç olarak…

Yeni bir hükümet TCMB’nin faiz oranını artırırsa Türkiye’ye yabancı yatırım çekebilir, kur artışını belki frenleyebilir. Yeni hükümet tutarlı bir istikrar programı uygularsa belki enflasyon oranını da düşürebilir. Onun ötesi eski tas eski hamam olacak. Millet İttifakı’nın ithalatı kontrol ederek dış ticareti dengeleme, dövizle servet biriktirmeyi önleme, taşeron sistemini kaldırma, vergilerde adalet sağlama, gıda üretiminde kendine yeterlik gibi hayati ihtiyaçlardan herhangi birini gündeme alması beklenemez. Bir ortak ekonomi programı yapabilirlerse bunu göreceğiz.

* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Eylül 2022 tarihli 7. sayısında yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir