Bedri Soylu
Patron temsilcisi Vehbi Koç, 12 Eylül’den sonra Kenan Evren’e bir mektup yazar. Mektupta sermaye sınıfı için bazı taleplerde bulunur. Bu talepler hem darbenin asıl hedefinin ne olduğuna işaret eder hem de şuan işçi sınıfı olarak içinde hayatta kalmaya çalıştığımız kirli düzenin nedenlerini izah eder niteliktedir.
Mustafa Sönmez’in Türkiye’de Holdingler – Kırk Haramiler adlı kitabında mektubu tamamına yer verilmiş. Koç mektubunda “Nelere Dikkat Edilmeli?” Başlığı altında bazı maddeler sıralıyor. Mektubun tamamını aktaramam ve bu yazıda özellikle işçi sınıfının direncine ve haklarına yönelik saldırı anlamları taşıyan vurguları öne çıkarma niyetindeyim.
***
4. maddede işçi-işveren ilişkilerinin tekrar düzenlenmesi gerektiği söylendikten sonra şu ifadeleri görüyoruz: “Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.” (akt. Sönmez, sf. 349)
Bu bilgiyle birlikte Kemal Türkler’in darbeden hemen önce Temmuz ayında katledildiğini göz önünde bulundurursak, patronlara karşı etkili bir sendikacılık faaliyetinin ne denli tehlikeli görüldüğünü anlarız. Darbeden sonra günümüze kadar sendikal mücadele pratikleri hayli değişti. Sendikalar kapanmadı ancak sendika yönetimlerinin büyük kısmının sermaye sınıfıyla iş tuttuğuna şahit olduk. Darbe, mücadeleci sendikal pratikleri yaygınlaştırma kabiliyetimizi elimizden aldı. Ve zamanla, yasalarla sendikal örgütlenmeyi her açıdan çok zorlaştırdılar.

Mektubun 5. maddesi şöyle: “Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı, bu fonun yeni iş gücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlanamaz.” (akt. Sönmez, sf. 349)
Tekliften anladığımız basitçe şu: ‘Zaten bizden (patronlarda) alınan ve işçiler ve kamu harcamaları için kullanılan paralar, hiç bari düşük faizle bize kredi olarak kullandırılsın.’ Eğer böyle bir kullandırma yapılmazsa kendileri için ekonomik bir fayda sağlanamadığı belirtiliyor. Açıkça anlıyoruz ki patronlar için kıdem tazminatı hakkı büyük bir mesele olarak görülüyor.
Zaman içinde böyle bir fon kurulmadı ancak kıdem tazminatı hakkına bazı saldırılar oldu. Maalesef bu saldırılardan patronlar kazanım elde ettiler. Mesela kıdem tazminatının belirlenmesinde brüt maaş üst sınırı gibi bir uygulama yoktu ancak darbeden hemen sonra kıdem tazminatı hakkını belirleyen bu tutar için üst sınır getirildi. Yani emekli olduğunuzda aldığınız son maaş ne kadar olursa olsun, kıdem tazminatınız artık bir üst sınırdan hesaplanıyor.
Ayrıca emeklilik yaşını da hayli yükselttiler. Bu patronlar için kıdem tazminatı yükünü hafifleten bir etkiye neden olurken işçi sınıfı için daha çok çalışma yükü anlamına geldi.
Mektuptaki 6. madde şöyle: “Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı, vergi yükü yayılmalıdır. Bu defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyeceği bir sistem getirilmelidir.” (akt. Sönmez, sf. 349)
Buradaki teklif en başarılı sonuç alınanlardan biriydi. Servetten alınan vergi, son kırk yılda, yüzde 60 bandından yüzde 30 bandına indi. Yani eskiden serveti olandan daha çok vergi alınırken artık işçiden ve yoksuldan daha çok vergi alınıyor.
Mektuptaki on beş maddede daha çok inciler var. Özal’ın yıpratılmaması gerektiğinden, komünist partilerin faaliyetlerinin sınırlanmasına ve dinin bir devlet aparatı olarak denetlenmesine kadar.
***
Muhammed Esed, Mekke’ye Giden Yol’da, devesiyle çölü aşarak Mekke’ye gitmek isterken fırtınaya yakalandığını anlatır. Devesini kaybeder, devesini aramak için giden yoldaşını da kaybeder. Ancak onu en çok zorlayan şey, gideceği yolun izlerini de kaybetmiştir. Çöl tepeleri yapısı gereği, rüzgârlar ve fırtınalar ile sürekli değişir, eğer yolunuzu kaybederseniz ya da pusulanızın kerterizi bozulursa çölde bir yerlere varamayabilirsiniz. Yolcu bunu açıkça anlamış durumdadır artık.
12 Eylül darbesi, işçi sınıfı olarak etkilerinden hâlâ tam olarak kurtulamadığımız ve bize çok şeyler kaybettiren bir fırtınadır. Geldiğimiz noktada çalışma hayatında güvencesizleşme derinleşmiş, işçi sınıfı kimliği bir mücadele hattı olmaktan çıkmış, sendikal örgütler etkisizleşmiş, siyaset sermayedarlara kalmıştır. Eğer işçi sınıfının iktidarını kerteriz kılmazsak, çölde dolanmaya daha çok devam ederiz.
* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Eylül 2022 tarihli 7. sayısında yayınlanmıştır.