Özgür Bir Kadın, Silahlı Bir Erkekten Daha Tehlikelidir!

Kaveh Nematipour

İran’da hüküm süren İslami rejim yıkılıyor; bu kez bu rejimin temellerini sarsan ise kadınlar. Elbet buna kimse şaşırmıyor. Başlangıcından beri İran rejimi İslami bir kılık kıyafet yasasını ülkedeki tüm kadınlara tatbik ettirmeyi ve kadın bedenini, bir güzellik, farklılık ve uyuşmazlık sembolü olarak kontrol etmeyi ve kısıtlamayı kendi misyonu haline getirdi. Ve bugün bu silah geri tepti. Bu sefer nefes kesici bir şekilde. Daha da etkileyici olan toplumun bir bütün olarak bu sorunu meşru bir kavga alanı olarak kabul etmiş ve hakları için mücadeleye girişmiş olan kadınların arkasından yürüyor oluşu. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganı cinsiyetler arasındaki sınırları aşmakla kalmıyor, Kobane’den ve İŞİD’e karşı direnişten doğan bu slogan kimlik politikalarını ve etnik çizgileri de aşıyor. Kalplerimizi ısıtıyor.

Francesco Bongiorni’nin İran’daki protestolar için hazırladığı bir illüstrasyon.

Tesettür dayatması ve yükselen kadın mücadelesi

Pehlevi hanedanının düşüşü ardından ülkede yönetimi ele alan mollalar için, tüm bir ulus üzerinde zorunlu tesettürü uygulatmak ancak üç yıllık bir süre içerisinde mümkün olabilmişti ve bu konu o günden bu yana sürekli olarak rejim ile halk arasında bir ihtilaf konusu oldu. 80’ler ve 90’lar boyunca sert bir şekilde uygulandıktan sonra, savaş sonrasındaki yeni nesiller statükoya uymayı kabul etmediler ve sürekli bu baskının etrafından dolanmanın yeni yollarını buldular. 2000’li yılların başında hükümete bir reformistin, Muhammed Hatemi’nin seçilmesi İran’da yarı-liberal politikalar için geçici bir pencere açtı ve bu dönemde İranlı kadınlar, boşanma hakkı, miras kanunu gibi konularda rejim tarafından yıllar içerisinde yürürlüğe konmuş son derece kadın düşmanı yasalara karşı mücadele etmek üzere örgütlenmeye başladılar. Rejim Şeriat’a dayalı bir medeni kanun yaratmıştı ve bu kanunun hemen her unsuru erkeklerin menfaatine iken kadınları baskılıyordu. Bugün Irak’ta, Afganistan’da ve İslami olsun olmasın diğer din devletlerindeki benzerleri gibi İran’da da mollalar topluma hükmetmenin yolunun kadınlara hükmetmekten geçtiğine inanıyorlar. Onlara göre özgür bir kadın, silahlı bir erkekten daha tehlikeli. İkincisi için kimle pazarlık yapacaklarını biliyorlar ama ilki için bilemiyorlar.

2000’in başlarından bu yana kadın hakları kampanyaları İran’ın siyasal sahnesinde sürekli var olan bir unsur oldu. Yine bunlar, başka siyasi kampanyalara nazaran daha örgütlü ve talepleri açısından daha hedefleri belirli ve açık ara daha başarılı iken diğer yandan rejimden de daha sert tepki gördüler. 2000’li yılların başındaki bir milyon imza kampanyası kitlesellik ve farklı kesimlerden katılım açısından daha önce görülmemiş boyuttaydı, rejime karşı gelerek kimi en kötü yasaları değiştirmeye odaklanıyordu. Sonradan ezilmiş ve başlatıcılarından kimileri maruz kaldıkları baskı karşısında ülkeden kaçmak zorunda kalmış olsa da bu kampanya kadın haklarını tekrar ülke siyasal gündemine taşımış olmak ve hatta hükümeti bu alanda kimi tavizler vermeye zorlamış olmak noktasında başarılıydı. Ancak Mahmud Ahmedinejad’ın seçilmesi ve sonrasında da son derece tartışmalı 2010 seçimi yoluyla yeniden seçilmesi rejimin politikasında geriye dönüş ile sonuçlandı ve bu trend bugüne kadar devam etti.

80’ler ve 90’lardaki Ahlak Polisi’nin rejimin dayattığı kıyafet kanununa göre giyinmemeleri ve özellikle de saçlarını tam olarak örtmeyi reddetmeleri sebebiyle kadınları gözaltına alması gibi sert politikalara geri dönüldü, bunlar yeni isimler verilerek yeniden cilalandı ama toplum, özellikle de kadınlar “eski güzel günlere” dönmeyi reddetti. Baskılar ve dolaysıyla da tansiyon uzun süredir yükseldi.

“Eski güzel günler” geri gelir mi?

Tahran’daki teokratlar kendileri ile genel nüfus arasında derinleşen kültürel uçurumu gevşetilen tesettür kanunlarına yoruyorlar ve eğer herkesin 80’ler ve 90’lardaki gibi görünmesini sağlarlarsa kendileri için altın çağ olan, yeni yetme gençlerin basit bir sol bülten taşıdıkları için idam edildikleri, her gün aydınların cinayetlere kurban gittiği ve çoğunlukla bu cinayetleri işleyenlerin yanına kâr kaldığı bu baskı yıllarına geri dönebilecekleri hülyası ile hareket ediyorlar. İran’daki yeni yönetici nesil rejimin tüm bir ulusu baskı altına aldığı, bir distopya olan ilk yirmi yılına nostalji ile bakıyor ve siyasi mücadeleyi kazanmadan önce kültürel mücadeleyi kazanmaları gerektiğine inanıyorlar. Bu yüzden söz konusu olan kadınların kamusal alanlarda başörtüsü takmaları veya takmamalarının çok ötesinde. Ülkenin geleceği ile ilgili bir kavga veriliyor ve şaşırtıcı biçimde bu kavgaya katılan herkes esas konunun ne olduğunu biliyor. Şu anda devam eden, genç bir Kürt kadının Tahran’da Ahlak Polisi tarafından öldürülmesinin alevlediği protestolar, neredeyse bir anda halkı “Diktatöre ölüm” sloganları atarak ve liderin kendisini hedef alarak harekete geçirdi. Rejimin anında gösterdiği acımasız tepki onların da burada herkes için nasıl bir final maçı oynandığını bildiklerini gösteriyor.

Ancak kavga daha hiçbir şekilde bitmiş değil. Liderin hastalandığı söylentileri etrafta dolanıyor. Muhalefetteki birçok kişi, korkutma taktikleri, rasgele ve hedefli kavuşturmalar ve elbette rütbeli askerlerin canlı cephane olarak devreye sokulmaları insanların moralini bozmaya başlayabilecek olduğunda ve rakip olabilecekler arasında gerçek bir yer kapma savaşı başladığında zirvede oluşacak boşluklardan faydalanabileceğini umuyorlar. Bir önderliğin olmaması da iki tarafı keskin bir kılıç. Bir yandan hareketi ihtiyaç duyduğu koordinasyondan mahrum bırakıyor ama diğer yandan rejim için tüm bu olaya bir son vermek için 2010 ayaklanmasında yapmış olduğu gibi bir ateşkes müzakere etmesini ancak sonrasında liderlerini gözaltına almasını zorlaştırıyor. Ülke hâlâ en olmadı bağımsızlık hayali kuran birkaç etnik gruba ayrılmış durumda ve bu, rejim tarafından sürekli kullanıldı. Rejim taktiklerini kendisini ülkeyi bölünmekten koruyor olarak göstererek meşrulaştırılmaya çalıştı. Bir iç savaş olasılığı insanları korkutuyor ve her ne kadar “Kadın, Yaşam, Özgürlük” bir slogan olarak ne kadar ilerici görünürse görünsün çaresizler, fakirler, işçi sınıfı için söylediği bir şey yok. Oysa bu kesimlerin tümü on yıllardır süren sistemli rüşvet, kötü yönetim ve ambargoların sebep olduğu gemi azıya almış enflasyonun getirdiği ekonomik baskılar altında eziliyor. Bu slogan üniversite öğrencilerini başarılı bir şekilde sahneye dâhil etti ama fabrika işçilerini tam olarak değil ve Fransız devriminden bu yana gelen tarihe kabaca bir baktığımızda toplumsal sorunu ele almadan girişilecek her türlü siyasi sorunu çözme girişiminin başarısız olmaya mahkûm olduğunu görürüz.

İran’da değişim rüzgârları eserken…

Falcılık geçmişte kalmış bir şey ve siyasi tahliller kolayca bu kategoriye düşebilir, özellikle de bahis konusu ülke Ortadoğu’da ise ve petrol ve doğal gaz zengini ise ve sayısız iç ve dış etken sürece katkı yapıyor ise. Ama şunu güvenle söyleyebiliriz ki İran’da bugün vuku bulan olaylar bölgenin geleceğini şekillendirmekte etkili olacaktır ve bir gün bölgenin tarihinin bir sayfasını teşkil edecektir. Bedenlerine ilişkin hakları için giriştikleri kavga yoluyla İranlı kadınlar Mollaların rejimini yıkacak ve Ortadoğu’da siyasal sahneyi değiştirecekler mi ve böyle bir gelişmenin bölgedeki diğer rejimler ve onların kadınlara yönelik uygulamaları üzerindeki etkileri ya da en azından İran için sonuçları neler olacak göreceğiz ancak tekrar “Eski güzel günlere” dönülmesi zor görünüyor. Şu anda değişim rüzgarları kuvvetli bir şekilde esiyor.

* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Ekim 2022 tarihli 8. sayısında yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir