Bunca Emek ve Paranın Döndüğü Sinema ve Televizyon Alanı, SEKTÖR DEĞİLDİR!

Seyhan Akın

Büyük şair Nazım Hikmet, “Yapıcılar türkü söylüyor yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama” diyor dizelerinde. İnsan emeğini böylesine güzel anlatan dizelerdeki gibi, sinema salonlarında mısır yiyerek izlediğimiz filmler, evde rahat koltuklarınızda izlediğiniz televizyon dizileri yoğun emek gerektiriyor. Kameranın arkası ve önüyle büyük bir organizasyon ve kolektif bir üretim biçimi olarak çıkıyor karşımıza. Yeşilçam’a hayranlıkla oyuncu olmak için gelen, filmlerin çekildiği mekanların önünde gece gündüz bekleyen pek çok Anadolu çocuğu, zamanla kamera arkasında ışık ve set ya da prodüksiyon çalışanı olarak yerini alır. Sinema ve televizyon doğası gereği içinde şöhret olmayı barındıran alanlar olduğu için, meraklısı çoktur. Kamera önünde şöhret olma tutkusu zamanla, bugün bile, mesleğe duyulan ilgiyi azaltmamıştır. Dün Yeşilçam’a şöhret olmak için gelip, kamera arkası çalışanı olarak devam eden süreç, günümüzde Cihangir’de ev tutanın bir iki çevre edinenin bu işe girdiği bir hal almıştır.

SİNESEN mücadelesi

Bugün, sinema alanındaki en eski örgütlenme DİSK bünyesindeki SİNESEN’dir. Kamera arkası ve önünde çalışanların ortaklaşa oluşturdukları bir yapıdır. Yıllarca sinemanın, devlet tarafından bir iş kolu olarak tanınması için mücadele etmiştir. Sinema uzun zaman büro çalışanları ve garsonlarla aynı iş kolunda yer almıştır. Sinema alanına TRT ve ardından özel televizyonlara ve şimdi de dijital platformlara üretilen dizilerin eklenmesi, çalışan sayısının ve üretilen iş yoğunluğunu arttırmıştır. Çalışanların örgütlenmesi aynı ivmeyi yakalayamamıştır. Gerek 12 Eylül sonrası ülkede esen havayla sinema üretiminin azalması, gerekse yasaklar ve sansür derken 70’li yıllarda sinema sektöründe ulaşılan dayanışmanın gerisine düşülmüştür.

90’lı yıllarla özel televizyonların artması, altyapısı olmayan bir alanı tam bir kaos alanına dönüştürmüştür. Siyasi olarak özellikle MHP kökenli bir grup yöneticinin, aynı anlayıştaki teknik adamlarla oluşturduğu televizyon kadrolarının dayanışma ve sendikalaşma gibi konularla yakından uzaktan ilgisi olamazdı. Kendilerinden olmayan çalışanları zamanında nasıl TRT’de “İstisna akdi” ile çalıştırdılarsa, özel televizyonlar da kadrosuz sigortasız çalıştırmaya devam ettiler. Akla mantığa sığmayan ücretlerin telaffuz edildiği bu dönem hak gaspları açısından içler acısıdır. Hiçbir sigorta ve güvencesi olmayanlardan biri olarak çok uzun çalışma saatleri ve mobbinge maruz kaldım.  1992 yılında TRT’de üç yıl “İstisna akdi” ile çalıştırılmamızın sonunda birkaç arkadaş bir araya gelerek her gün TRT’de gelip çalışıp ürettiğimize göre, bu bir “hizmet sözleşmesi”dir diyerek Çalışma Bakanlığı’na başvurduk. Dilekçelerimiz Ankara’ya gönderilmeden TRT yöneticileri tarafından işten atılmak tehdidiyle engellendi. Biz küçük bir grup olarak vazgeçmedik, mücadeleyi sürdürdük. Sigorta hakkımızı elde ettik. Kısa bir süre sonra tüm TRT bünyesinde 700 kişi kapının önüne konduk. Zamanlama ilginçti, STAR televizyon kanalı yayına başlamış, yeni kanalların açılacağı konuşuluyordu. O kanallara ucuz iş gücü gerekiyordu. İstanbul Televizyonu’nda işine son verilen arkadaşlarımızı bir günde SİNESEN bünyesinde topladık. 125 kişilik dava açtık. İlk haftada, “TRT’de bir daha çalışmazsınız” tehditlerine boyun eğen arkadaşlarımız davadan vazgeçtiler. 25 kişi kaldık. Üç yıl süren dava sürecinin sonunda, davayı kaybettik. Çok açık bir biçimde kazanacağımız bir davayı kaybetmemizde DİSK’in çapsız avukatlarının ve ilgisizliğinin payını göz ardı edemeyiz. Ben dava sürecinde TRT’ye sigorta payımı ödemek zorunda kaldım. Ödemezsem hacizle tehdit edildim. Bu davadan uğradığım hak kaybı nedeniyle daha geç emekli oldum. Tüm bu yaşadıklarım bana yönetiminde uzun yıllar çalıştığım SİNESEN’de daha güçlü bir mücadeleye ihtiyacımız olduğunu düşündürdü. Bu mücadele azmi çalışanlardan gelmeliydi. Genel kurul dışında sendikaya uğramamakla bu işleri çözemezdik.

2000’li yıllar ve yeni durum

2000’li yıllarla birlikte sinema ve televizyon alanında çalışan meslek birlikleri, sendika örgütlenmelerinde sayıca artış oldu.  Üretilen diziler dünya pazarına girdi. Özellikle Ortadoğu’da büyük ilgi gören diziler sayesinde yapımcılar ceplerini para ile doldurdu.  O yıllarda emekçilerin aleyhine gelişen bir şey daha oldu. 2000 öncesi 45 dakika olarak çekilen televizyon dizileri 120-150 dakikalara çıktı. Televizyon patronlarının bir dizi ile bir akşam yayını kurtarmayı amaçlayan ucuzcu yaklaşımı, her hafta bir sinema filmi çekilmesi demek olan aşamaya geldi. Yedi gün yedi gece çalışan kamera arkası ve önü çalışanlarının yaşadığı yorgunluk setlerde çeşitli kazaların artışına yol açtı. O dönem “yerli dizi yersiz uzun” protestoları gerçekleştirildi. Kamera önü çalışanları kamera arkasına göre, daha etkin bir örgütlenme içine girdiler. Hâlâ dizi süreleri ve çalışma saatleri konusunda insani koşullar sağlanmış değil. Bunun temelinde, çalışanların vurdumduymazlığı, ‘ben kazandığım paraya bakarım’ yaklaşımı, yani günü kurtarmak geleceği hiç düşünmemek yatıyor. Belki de bu nedenle, dikkat edin, çalışırken iyi yaşayan ama “iş bulamadığında” sürünen oyuncular haberlere bile konu oluyor; kamera arkası çalışanlarının ise ölüm haberleri çok sonra duyuluyor…

Böylesine emek yoğun bir alanda örnek bir örgütlenme, örnek çalışma koşullarına ulaşmak hayal olarak kalıyor. Sinemamızın büyük ustası Yılmaz Güney’in dediği gibi “emekçi halkımız umudu ile umutsuzluğu yenecektir”. [05.11.22]

* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Kasım 2022 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir