‘Ne Getirmediler ki Başımıza’

Zeynep Akılotu & Sena Baluken

İş Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi (İSİG), 2022 yılının ilk 9 ayına yönelik hazırladığı iş cinayeti raporuna göre, Eylül ayında en az 157 işçi, ilk dokuz ayda ise en az 1359 işçi, iş cinayetinde öldü. Erkek şiddetinden öldürülen kadın sayısı 336. (Anıtsayac.com) 2002-2019 yılları arasında 4.801’i geçim sıkıntısı, 11.621’i hastalık, 1.011’i ticari başarısızlık nedeniyle toplam 53.425 kişi intihar etti. TÜİK’in yayınladığı intihar verileri DSÖ’nün verileri ile eşleşmiyor.

Yoksulluk, politik baskı, cinsiyetçilik, şiddet, sağlık hizmetlerinden yoksun kalma vb. nedenlerden kendini öldüren insanların son üç yıldır isimleri bir yana sayıları dahi bilinmemektedir. Ne kaybettiğimizi bilmiyoruz. Dolayısıyla tuttuğumuz yas çözümlenmesi zor, komplike bir hâle geliyor. Seneler artık takvim yerine enflasyon farkı ile ölçülürken her gün başka kayıplar veriyoruz. Dolayısıyla tüm bu kayıpların yanında zaman hatta ömürlerin de yası tutuluyor.

Yas süreci kaybın gerçekliğini kabul etmekle başlar

Kayba dair verilen uyum tepkilerine yas denir. Yas süreci kaybın gerçekliğini kabul etmekle başlar, acı üzerinde çalışmakla devam eder. İç dünya ile gerçeklik arasında bir uyum sağlayabilmek için yapılan uzlaşmalardır. Ancak bu süreç otomatik olarak gerçekleşmez. Daha sessiz ve uzun bir süreçtir. Pek çok kişi için hiç gerçekleşmeyeceği dahi söylenebilir. Yas süreci insanlarda olabildiği gibi toplumlarda da olabilir. Travmanın ve yasın yalnızca doğrudan birey tarafından deneyimlendiği zaman kayda değer olmasının ciddi politik sonuçları vardır. Odağın sistemden bireysel seçimlere kaydırılmasına neden olur. Yas bir noktada kaybedilenin geleceksiz hâle getirilmesidir. Türkiye’nin içine hapsolduğu durumda ise tahayyülde geleceksiz hâle getirilemeyen, devamlı döngü halinde yinelenen kayıplar var. Yarın yeniden kayıpların yaşanacağından emin bir halk var. Bu nedenle haber dilimizde özneler yok. Çünkü kaybedilenleri geleceksiz hâle getiremiyoruz. Tüm bu kayıplar bizim normalimiz oluyor, travmamız değil.

Kutuplaşmanın getirdiği her unsur bir araya gelmeyi ve beraberliği hedefine almakta. Örgütlü bir sessizliğin hakimiyeti altında olan topluluklara hiçbir konfor alanı sunulmadığı gibi kutuplaşmayla beraber alanını olabildiğine daraltmakta. Kutuplaşma, kaybın gerçekliğinin kabul edilmesine engel oluyor. Birinin acısının bir ötekinde var olmaması farklılıkların sınırları belirlediği bir sistemi dayatıyor. Bundan kaçış yok. Bu noktada yas tutmak, insanlığın bu makûs talihine geçit vermiyor. Bizi acılarımız akraba yaptı diyen Rakel Dink haksız değil.

İktidarın sunduğu yapay anlam çokluğu

Aksi takdirde kayıpla yüzleşemeyen toplumlar kronik bir yas sürecinin içine hapsolabilir. Özellikle devlet tarafından yoksul ve yoksun bırakılan, bu yoksulluğu gizlemek için ırk, bayrak, tarih vb. imgelerle tatmini sağlanan halklar için kayıpla dolayısıyla faille yüzleşmek, failin ona sunduğu anlamını kaybetmek olacaktır. İktidarın sunduğu bu yapay anlam çoğu zaman tek tatmin kaynağıdır.

Bu noktada Freud’un dediği gibi bu kadar büyük sayıda katılımcısını doyumsuz bırakan ve onları başkaldırmaya yönlendiren bir iktidarın kalıcı bir varoluş olasılığı olmadığı gibi bunu hak da etmediğini söylemeye gerek yok. [09.11.22]

* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Kasım 2022 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir