Bedri Soylu
Tenere çölde yalnız başına ayakta kalan bir ağaçtır, çölün en yalnız ağacıdır. Hasan Söylemez’in Tenere adlı belgeseli Nijer’den Libya’ya kaçak yollarla geçmek için çöldeki bilinmez bir rotayı tercih eden göçmenleri konu edinir. Kimisi daha çok gelir edinmek için kimisi de ticaret için yola çıkarlar. Göçmenlerin çoğunluğu işçidir. Agadez’den Cezayir’e asfaltlanmış bir yol varken Libya’ya giden rotada bir yol yoktur. Çölden gidebilecek olan araçlarla Libya sınırındaki bir kasabaya giden, köle tüccarlarının kol gezdiği zorlu bir yoldur bu. Bu rota hem Avrupa’ya geçişte daha kolay seçenekler sunan bir ülke olmasından hem de riskinden dolayı ticareti daha kârlı olan bir kapıya çıkar. Avrupa’ya gitmek isteyenler de çalışmak için Libya’ya gitmek isteyenler de bu tehlikeyi rotayı tercih eder.
Yol boyunca sınırlı sayıda su kuyusu vardır ve çöl kumları sürekli olarak gideceğiniz rotanın silinmesine neden olur. Su kuyusu bulunmayan yerlerde araçları bozulanlar çaresizce ölümü beklerler. Çölde yol, rota, su ve teçhizat hayati bir meseledir. Bir görüşe göre sahrada ölen göçmenlerin sayısı Akdeniz’de boğulan göçmenlerden fazladır.
Yolculukta şanslıysanız köle tüccarlarına rastlamazsınız. Gidilecek yolu belirten en önemli işaretler ise yol kenarına bırakılmış çıkma lastiklerdir. Bu lastikler isimleri bilinmeyen ve yolda ölen göçmenlerin anısına öldükleri yerin ve mezarlarının üstüne konulur. Eğer şanslıysanız sizden önce susuzluktan ölenlerin hatırasına konulmuş olan lastikler rehberiniz olur. Ölmemek için çoğu kere dayanışmak ve sağlam dostluklar edinmeniz gerekir. Bencillik ederseniz dışlanmanız ve çölde tek başınıza kalmanız işten bile değildir.
***
Ölüler ile ilgili bir başka gelenek de şöyle. Yunanistan’da ölenlerin öldükleri yerlere şapeller yapılır. Kimi zaman tek göz oda kimi zaman kuş kafesi kadar olan küçük anma noktalarıdır bunlar. Şapelin içinde mum yakılabilir bir alan, fotoğraf konulan bir yer ve ölenin adı yazar. Şehrin hemen her yerinde bunlardan görebilirsiniz. Bir parkta, fabrika bahçesinde, yol kenarında… Ölüm nerede gelmişse orada bir şapel olur. Fabrikaların bahçelerinde de şapeller olur. Muhtemelen çalışırken ölenler için yapılmış anma mekanlarıdır bunlar. Dinsel bir formla bile olsa ölümü hayatın dışında tutmayan, yas tutarken ders çıkarmayı gözeten bir gelenek bu.
***
İran’da ise sokak ve cadde isimleri devrim şehitlerine ve Irak savaşında ölen askerlerin adlarıyla doludur. Türbeler ve anıtlardaki gösterişten ve özenden bağımsız olarak gündelik hayatın içinde, hemen her yerde ölüler dirilere mesaj vermeye devam eder. Bazıları içinse bu isimler birer yol göstericidirler.
***
Toplumu ve hayatı oluşturan hafıza geçmişten tevarüs edilebilenlerle kaim. Bize başımıza gelenleri hatırlatan her şey bizi bu hayata daha güçlü tutunma kabiliyetini sağlar. Ancak işçi sınıfının başına gelenler çölde ölen göçmenlerin başına gelenlere çok benzer. Ölümler çoğu kere bir istatistikten ibaret kalır. Kapitalizmin vahşi çağında birçok ölüm yalnız ölümdür. Patronlar ölümlerde işçiyi kabahatli bulmak için akla gelmedik yollar arar. Hakkını arayan işçiler susturulur. Sahipsiz bir işçiyseniz zamanla unutulursunuz.
İşçi sınıfının ve göçmenlerin hikâyesi çöllerde ve denizlerde boğulan isimsiz ezilenlerin hikâyesiyle iç içe ve aynı zamanda yaşanıyor.
İş cinayetlerinde ölenlerin adını listelemekten öteye gitmeyen bir hafızayı diri tutma çabasından fazlasını maalesef başaramadık. Sistemin hiçleştirdiği, sindirdiği, öldürüp unutturduğu bizler için hafıza kurumunu tekrardan diriltmenin yollarını bulmak zorundayız.
İşçi sınıfının siyaseti çölde kaybolmuş durumda ve kendisini en yakın su kuyusuna götürecek olan rotasını arıyor. Yolların sürekli değiştiği ve kaybolduğu dünya sisteminin kirli çarkları içinde kaybettiklerimizi unutmayarak ve bize bıraktıkları belirteçlere bakarak bir çıkış yolu bulabiliriz. Bir yol bulmak durumundayız çünkü yolculuk sürmeye devam edecek.
* Bu yazı İKEP merkezi bülteni Paydos’un Aralık 2022 tarihli 10. sayısında yayınlanmıştır.