Kılıçdaroğlu, CHP, Millet İttifakı ya da ”Ne kadar az CHP, O Kadar Çok Oy”
Zeki Kılıçaslan

Kemal Kılıçdaroğlu Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklandı. Türkiye siyasetinin HDP dışı tüm taraflarından belli güçlerin içinde yer aldığı Millet İttifakının oluşması ve bu ittifakın önümüzdeki seçimleri kazanmaya daha yakın bir duruma gelme süreci şüphesiz ki esas olarak Kılıçdaroğlu’nun başarısıdır. Bu önemli ölçüde geleneksel “klasik CHP” çizgisine rağmen gerçekleşmiştir ve eğer bu süreç zenginleştirilerek geliştirilip sürdürülebilirse CHP’yi güçlendirebilecek bir yol olarak görünmektedir.
Şu meşhur CHP sağa kayıyor hikayesi
Son 10 yılda CHP içi ve CHP dışı “sol” çeşitli argümanlarla Kemal Kılıçdaroğlu’nu sağa kaymakla suçladı. Bu suçlamaya kaynak olarak gösterilen politikalar bazen neoliberal uygulamalara yakınlaşma gibi argümanları taşısa da, genelde Kılıçdaroğlu’nun simgesel örnek olarak Mehmet Bekaroğlu gibi dindar kimliği bilinen kişileri milletvekili seçtirmesi ve merkez yönetim kadrolarına almasına, İslami, merkez ve milliyetçi siyasetten gelen kişilerin partiye kazanılması konusunda özel ve odaklanmış çalışmalar yürütmesine bağlı idi. Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımı başlangıçta sanki “vitrini süsleme” gibi göründüyse de giderek daha da ilerledi ve özellikle bir yandan Kürt muhafazakar kimlikli yurttaşlarımızı bir yandan da eski ülkücü hareketten gelen ve bugün muhalefetin yanında duran bazı milliyetçi kesimlerin de partiye kazanılması yönündeki gayretler ile sistematik bir politika olarak ortaya çıktı. En son Kılıçdaroğlu’nun adaylığının Saadet Partisi önünde ve Saadet Partisinin genel başkanı tarafından açıklanması ve burada kullanılan dil de bu yönde yoğun simgesel öğeler içermekteydi.
Ama nedense parti içi ve parti dışı “sol” bu gelişmelerden pek de rahatsız olmuş görünmüyor ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemeyi tartışmıyor bile!? Aslında Kılıçdaroğlu CHP’nin sağ siyaset karşısında sürekli geride kalmasının ana nedeninin partinin içine sıkıştırıldığı dar bir kimlik alanı olduğu konusunda en ileri farkındalığı olan neredeyse tek üst düzey CHP yöneticisidir. Türkiye’de “sol” özellikle de 1980 sonrası bu kimliklerle öylesine özdeşleşmiştir ki Sünni dindar birisinin CHP yöneticisi olması klasik CHP bakış açısından pek kabul edilecek bir durum değildir. Ne söylenirse söylensin, hangi tarihsel gerçeklere dayanırsa dayansın CHP uzun süredir toplumumuzun daha azınlık bir alanını oluşturan seküler/Alevi kimliği mahallesine sıkışmıştır ve Kılıçdaroğlu politikaları esasta bunu aşma arayışıdır. Başlangıçta farklı kimlikten bazı kişilerin parti vitrinine taşınması halinde iken giderek daha sistematik bir yaklaşım olmaya doğru evrilen bu yönelimin sağa kaymakla bir ilgisi yoktur. Olsa olsa daha halkçı ve bu anlamda da daha “sol” bir yönelimdir. Çok ilginçtir ki Türkiye büyük sermayesinin en üst düzey temsilcilerinin parti yönetiminde olması sağa kayma olarak tanımlanmazken, ekonomik sosyal politikalar olarak sosyalizme yakın olsalar dahi dindar kimlikli birkaç kişinin varlığı sağa kaymanın temeli olarak gösterildi hep.
Başarının anahtarı “daha az CHP”
Anayasa referandumu sırasında CHP Parti Meclisi üyesi idim. Kampanyada nasıl bir hat izleneceği tartışılırken yarı espri de içerecek şekilde “Ne Kadar Az CHP, O Kadar Çok Oy” dediğimi hatırlıyorum. Çünkü, kimlik temelli olarak o kadar ayrışmış bir seçmen kitlesi vardı ki, hayır oyunu CHP ile özdeşleştirerek sunarsak bu etkimizi azaltırdı. Kampanyanın kısmi başarısı tüm yurttaşları otoriter yönetime karşı birleştirme ve kampanyada CHP’yi ve “klasik CHP söylemini” özellikle de öne almamak yaklaşımının ürünüdür. Daha sonraları CHP’nin Millet İttifakını oluştururken yürüttüğü yaklaşım ve yerel seçimlerdeki başarısı da yukarıda anlattığım politikaların sonucudur.
Herkesin bildiği gerçek ortadadır. Eğer CHP yerel seçimlerde aday belirlerken ön seçim yapsaydı İmamoğlu İBB adayı seçilemezdi ve tabii ki Ankara adayı da Mansur Yavaş olamazdı. Bu başkanlıklar kazanılmasaydı da bugün Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Millet ittifakının kazanma olasılığından pek bahsedemezdik. Yani “daha az CHP” veya istersek Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’si diyelim, bu yönelim başarılıdır.
Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP’deki bu yaklaşım eğer derinleştirilip sürdürülebilirse bir “Merkez Cumhuriyetçi Parti” olarak CHP’yi tek başına iktidar olabilmeye daha yakın bir hale getirebilir. Bugün farklı partilerle ittifak olarak gerçekleşen yaklaşım giderek bu farklı kimliklerden yurttaşların kitlesel olarak parti çevresine toplanması, parti yönetimlerinde daha etkili ve görünür olmasıyla CHP muhafazakar milliyetçi sağın karşısında dengeyi sağlayabilir.
Sosyalist sol daha farklı mı?
Şimdi gelelim sola. Öncelikle hepimizin bilmesi gereken şey özellikle 1. TİP’in 1961’de kurulmasından sonra CHP’nin yöneldiği ortanın solu politikaları da, 1970‘ lerde Ecevit’in “demokratik sol” yaklaşımı da bir Sosyal Demokrat siyaset değildir. Bu olsa olsa memleketimizde devletin bir kanadında olan “sol lazımsa onu da biz yaparız” yaklaşımının bir görünümüdür. Çünkü sosyal demokrasi her şeyden önce, tarihsel olarak bir emek siyasetidir. Esasta emekçilere dayanır, kapitalizm içi emek lehine dönüşümleri savunur ve bazı kanatları ile de özellikle geçmişte barışçı yollarla kapitalizmin aşılmasını temel alır.
CHP’den sosyal demokrasi beklemek doğru bir tutum değildir. Bunu arayan emekçilerin, CHP içi bazı eğilimlerin ve sosyalist siyasetlerin öncelikle kendi ödevlerini yapması gereklidir. CHP’den çok da farklı olmayarak bugün sosyalist siyasetin de (Kürt hareketi içindeki sol dışında) aynı kimlik alanına (seküler/Alevi) sıkıştığı apaçık bir gerçektir. Sosyalist sol Kadıköy, Beşiktaş, Çankaya, Karşıyaka ve biraz da büyük kentlerimizdeki yoksul Alevi mahalleridir. Halbuki emek siyasetinin, sosyalist hareketin önünde büyük bir fırsat vardır. Öncelikle Sünni dindar kimliği önde olan mevcut iktidarın her türlü rezilliği ve büyük ekonomik krizin süregiden varlığı sol ile pek ilişkisi olmayan gençleri ve giderek geniş emekçi kitleleri de yeni arayışlara yöneltmektedir. Öte yandan bir emek siyaseti anlamında sosyal demokrat bir partinin yokluğu emekçilerdeki bu yeni siyaset arayışının tek taşıyıcı öncüsü olarak sosyalistlerin öne çıkmasına fırsat vermektedir.
Marksizm içi farklı gruplar yanında emek temelinde eşitlik ve adalet arayışında olan her toplumsal kesime açık olan ve toplumun gözünde reel bir iktidar alternatifi olabilecek asgari gücü olan bir siyasal bileşim oluşturabilmek bütün sınıf/emek siyaseti eğilimlerinin önündeki görev olarak öne çıkmıştır.
Birleşik, Demokratik, Çoğulcu, Emek Siyaseti!
***