Öldüren deprem değildi: Ezilenlerin dayanışması gerekiyor

Kadir Bal

Medya, depremi ilk dakikalarda Antep merkezli olarak verdiği için ilk ulaştığımız insanlar Antep’teki yakınlarımız oldu. Lakin ilerleyen dakikalarda 10 şehrin daha depremde ağır yıkım yaşadığı bilgisi gelmeye başlayınca birçok insan ve organizasyon deprem bölgelerine yola çıktılar.

Depremde ana akım medya kanallarından daha çok kişisel sosyal medya hesapları üzerinden detayları öğrenmeye başladı halk. Çünkü herkesin birer haberciye dönüştüğü bir ortamda depremin sonucu tüm çıplaklığı ile sansürsüz sosyal medya ağlarına düşmeye başlamıştı.

Bölgeye ilk günden giden arkadaşlarımızın ve birçok insanın gözlemleriyle tespit ettikleri ve talep edilen yardım malzemelerinin tedariği ve bölgeye yetiştirilmesi süreci yaşandı. Sonrasında ise koordinasyonu tek elde toplamak adına AFAD’ın bir yardım komiserliğine dönüşmesi, OHAL ilan edilmesi ile birlikte halkın çok merkezli, eş zamanlı, hızlı ve sahaya dağılan dayanışmasına, tek merkezli, hiyerarşik bir yardım disiplini altına almak üzere müdahale edilmesi süreci başladı.

Tarlabaşı Dayanışması olarak bu müdahalenin ortalarında Şanlıurfa’ya ulaştık. Bizi Urfa’da karşılayan Sinikan aşireti mensupları ile birlikte Urfa-Maraş ve Urfa-Adıyaman arasında kalan köylere ziyaret konvoyu oluşturduk.

Köyler, daha çok depremde evlerini ve yakınlarını kaybetmiş insanların köylere sığınmasıyla gündelik rutininin dışına çıkmıştı. Her köyde taziyeler kurulmuştu.

Taziye amaçlı ulaştığımız köylerde hem köylüler hem depremzedeler hem de muhtarlar ile görüştük.

Tevekkül, kadere sığınmak, yetkililere kızgınlık, ökeyi içinde tutmak, değersizlik hissi, yıkılmışlık duyguları ve gözlerde “şimdi bundan sonra ne olacak” duygusu iç içe idi.

Devleti enkazda ilk günlerde göremeyen halkın şaşkınlığı ve öfkesinin altında haklı bir terk edilmişlik hissi vardı. Çünkü insanlar her gün sınır ötesi operasyonlarda kullanılan ve başka devletlere satılan teknolojiler üzerinden şov yapan devleti deprem enkazının başında görememişti.

“Bu kadar büyük ve güçlü devletimiz enkazda niçin yanımızda değildi?”

Bu sorunun cevabı için iktidar imdada “yüzyılın afeti” ifadesini çağırdı. Öyle ya hangi devlet olsa bu yıkım karşısında ilk dakikalardan itibaren harekete geçemezdi; enkaza müdahale edemezdi. Öyleyse milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu şu günlerde kim tersinden konuşuyor ise onlar  “bazı haysiyetsiz, namussuz kişiler, şerefsizler” olarak damgalandılar.

Aynı devlet deprem günlerindeki aksaklıklardan ötürü de helallik istemeye devam ediyordu.

Böylesi bir garabetin ortasında yetiştik Elbistan’a.

Elbistan’da Afet Gönüllüleri ismindeki bir organizasyonun parçası olarak beş gün çalıştık.

Elbistan’da depremin 11. gününe kadar insanlar devlete dair kimseyi görmemişlerdi.

Daha sonra Elbistan’a gelen devletli kimseler ise depremzedenin halini görmek, yarasını sarmaktan ziyade Elbistan’da fitne fesat çıkıyor mu, başıbozukluk var mı, bunları kontrol etmeye gelip gidiyorlardı.

Çünkü Elbistan ve Elbistan’a bağlı olan köylerin Alevi-Kürt nüfusa sahip olması onlar için depremde ilk koşulacak bölgelerden olmamasını beraberinde getiriyordu.

Köylere doğru yardım malzemeleri ile yola çıkan mobilize ekipler olmasa idi Elbistan dağ köylerinde sıkışmış halk ve hayvanlar daha çok zarar görecekti.

Bölgeye bakan kaymakam ilk günden itibaren Elbistan’a yetişmiş inisiyatiflerde yer alan gönüllü arkadaşlarımıza sohbet arasında bazı köylerin “terörist köyler” olduğunu söylüyor.

Elbistan’da temizlik ve mutfak alanında yemek dağıtımı konularında görev aldığımız Cemevi ise depremde evini kaybetmiş ve çoğunluğu yalnız yaşayan yaşlıların sığındığı bir huzurevine dönmüştü.

İlerleyen günlerde bölgede hayvancılık ve tarım ile meşgul olan deprem mağduru insanların ürünleri, pazarı, dağıtımı, nakliyesi ve yeniden yapılaşma gibi bir dizi iş bekliyor. İşte bu bekleyen işler konusunda hayatı birlikte inşa etmek gerekiyor.

Tam bu noktada klasik yardımseverlik üzerinden işleyen STK’ların çoğu boşa düşüyor.

Çünkü bölgede kalmak, gönüllüleri organize etmek, gerekirse bölge insanı ile birlikte çalışmak, onların ürünlerinin doğru pazarlarda ölü fiyata gitmeden arzı, satışı ve depremzedeye geri dönüşü gibi bir dizi sorun var akıllarda.

Devlet tam bu noktada bu sefer, “işte bakın ilk günler yanınızda gördüğünüz o birçok insan, dernek, organizasyon gitti, bakın yine biz kaldık!” diyerek yaklaşan seçimlerde seçmenin öfkesini ve kırgınlığını kendi göğsünde yumuşatmaya çalışmakta.

Fakat deprem sonrası çalışmaları ister TV’den izleyenlerin ister bölgede yardım faaliyetlerine katılanların gördüğü üzere öldüren, deprem değildi.

Öldüren, kapitalizm, denetimsizlikler, yozlaşma idi.

Depremin bu anlamda geniş yoksul ve emekçi kesimleri derinden etkilediği aşikâr.

Depremin ardından selin vurduğu Urfa’da üç ay önce açılmış olan Abide köprülü kavşağı insanlara mezar oldu

Yer çekimi neyse kent çekimi de o.

Depremzedelerin hızlıca yakın ve uzak kentlere çekilmesi, hayatlarını kentlerde yeniden kurmaya çalışmaları da felaketin aslında başka bir boyutu. Kentlere doğru bir iç göç söz konusu.

Yıkılan şehirlerden köylere dönen insanlar ise köy yaşamını yeniden kurabilmeleri için ihtiyaç duydukları destekleri bulamamakta. Zira hayvancılık, tarım ekonomik olarak üreticinin göze alamadığı faaliyetler haline gelmiş. Deprem sonrası birçok insan hayvanlarını satıp kentlere ve yurt dışına gitmek için arayışlara başlamış bile.

Acil durumlarda işe yarayan yardımseverlik, uzun vadeli inşa isteyen dayanışmalara dönüşebilmeli. Ancak birçokları bu bakış açısından yoksun. Hayırseverlik yerine karşılıklılık, potlaç, eşit seviyeden bir dayanışma ağı olarak sürekli işleyen şeyler kurmak yerine, felaket nöbetçisi misali “yardımlarınızı bölgeye ulaştırıyoruz” görevine soyunuyorlar. Baudrillard da afetler karşısında bir tür narsisim besleyicisi olarak ortaya çıkan hayırseverlik kavramına “hayırseverliğin yamyamlığı” der. Karşılıklılık kavramının antropolojisine girmeksizin sahada ilk günlerden beri taşın altına elini koyan ve yardımları bölgeye ulaştıran kurumların, insanların, yardımları yerine ulaştırma pratiğine takılıp kalmadan, karşılıklı dayanışma ile hayatı ezilenlerin dayanışmasına doğru genişletmeleri gerekiyor.

Çünkü felaketler kapıda. Gerek depremler, gerek seller ve gerek farklı afetler ile karşılaşmaya devam edeceğiz.

Ezilenlerin, emeğin dayanışması dediğimiz hat, her daim STK liberalliği ile evcilleştirilerek sağcılaşmaya ve muhafazakarlaşmaya doğru evrilme tehlikesi ile karşı karşıya.

Afet fonlarına ve yardımlara başvurmak için sahada faaliyet göstermek zorunda olan birçok yardım derneğinin temsil ettiği bu zihniyet, iktidarın afet zamanlarında ortaya çıkan suçlarının, ihmallerinin hesabını sormak yerine “yara sarmak” romantizmi ile devrimci düşünmenin ve ezilenlerin dayanışmasının önünü kesmektedir.

O yüzden yardımların dayanışmaya evrilmesinin elzem olduğu noktada inşa etmek istediğimiz politik mücadeleyi İKEP saflarında büyütüyoruz. Benzer anlamda dayanışmalar ile sahada karşılaştığımız az sayıdaki emekçi, işçi, ezilenlerin birbirlerini ile olan dayanışmasını imleyen tüm faaliyetleri selamlıyoruz.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir