Zeki Kılıçaslan
Otoriter “tek adam” yönetimi ile hukuk devleti ve demokratik ilkelerden iyice uzaklaşan ülkemizde bütün muhalefet güçlerinin şu veya bu şekilde birleştiği söz demokrasi oldu. Gerek CHP’nin kendi belgeleri gerekse Millet İttifakı’nın ortak belgeleri topluma demokrasi vaat eder ve bunu Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi olarak ifade ederken, HDP ve ittifak ettiği güçler ise daha radikal değişim talepleri ile “Demokratik Cumhuriyet” olarak adlandırıyor.
Demokrasi esasta devlet politikalarını belirlemede her yurttaşın eşit hakka sahip olması durumudur.
Demokrasi kelime anlamı ile halkın egemenliğidir. Eğer demokratik olması gerektiğinden bahsettiğimiz şey devlet ise halkın devlet politikalarını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçiminden bahsedilmektedir. Ama ekonomik sosyal eşitsizliklerin olduğu bir toplumda ekonomik sosyal gücü olanların siyaseti belirlemedeki etkisi kaçınılmaz olarak çok daha fazla olacaktır. Bu nedenle ideal “demokratik düzen” ancak halkın ekonomik sosyal olarak eşit olduğu, hiçbir kişi veya örgütün ekonomik siyasal bir ayrıcalık sahibi olmadığı bir toplumsal sistem olabilir.
Herhangi bir ülkede ve anda, soyut, tamamlanmış bir durum olarak demokrasi yoktur. Demokratik hak ve özgürlüklerin güçler dengesi tarafından belirlenen değişken düzeyi vardır.
O zaman ekonomik toplumsal eşitsizliklerin sürdüğü bir toplumda demokrasiyi nasıl tartışabiliriz?
Örneğin Türkiye’ de nüfusun en zengin %1’ i toplam servetin % 40.7’sine sahipken en zengin % 10’u servetin % 70.8’ine sahiptir. Nüfusun %90’ına ise %30 pay bile kalmamaktadır.
Demokrasiden bu eşitsizlikler var olduğu, sürdüğü koşullarda varılacak olan ideal bir sabit, bir durum olarak bahsedemeyiz. Bu koşullarda toplumsal dinamiklere bağlı olarak değişen “demokratik hakların” düzeyinden bahsedebiliriz.
Devlet politikalarında egemen olan ekonomik/sosyal güç belirleyici olmaktadır.
Demokratik hakların geliştirilmesi yönündeki mücadele, yani demokrasi mücadelesi, günümüz kapitalist toplumlarında emekçi sınıfların ekonomik sosyal eşitlik mücadelesi ve ulusal, dini, mezhebi, yaşam tarzı konusundaki ezilen kimliklerin çoğunluk kimlik yanındaki hak ve özgürlükleri bağlamında söz konusudur.
O zaman demokrasinin düzeyini belirleyen şey de, esas olarak toplumsal muhalefet bileşenleri olarak ele alabileceğimiz emekçilerin ve kimlik temelinde ezilen halkların ve grupların egemen olanın karşısındaki örgütlü mücadele gücü ve bu güçle sağladığı değişken denge hali olmaktadır.
Kimlikler bireysel alana sığdırılamaz, kimlikler ancak topluluk olarak yaşanır.
Ülkemizde demokratik hak ve özgürlüklerden bahsettiğimizde, öncelikli acil olarak görülen sorununun Kürt halk kimliğinin yok sayılması olduğu ortadadır. Sorun acildir, çünkü bu sorunun ortaya çıkardığı toplumsal gerilim uzun süredir şiddet ve terör eylemlerine de sosyal zemin olabilmekte, Türkiye’nin hem iç hem de dış politika alanlarını bütünüyle zehirlemektedir.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana toplumu oluşturan çoğunluk Türk, Sünni kimlik karşısında Kürt ve Alevi halk kimlikleri esas olarak yok sayılmaktadır.
Yok sayılmaktadır, çünkü kimlikler bireysel alana sığdırılamaz, kimlikler ancak topluluk olarak yaşanır. Bu açıdan hem Kürtlerin, hem de Alevilerin topluluk olarak varlıklarının eşit yurttaşlık temelinde tanınması talebi temel bir demokratik hak ve özgürlük mücadele alanıdır. Ülkemizde bu iki konuda gelişen örgütlenme ve mücadeleler bu hakların geliştirilmesi yönünde önemli bir baskı oluşturmaktaysa da, henüz çözümün uzağındayız.
Sınıf mücadelesi ve kimlik temelli mücadeleler iç içe geçmiş gerçekliklerdir ve öncelikler açısından sıralanamaz
Toplumsal muhalefetin diğer kesimine baktığımızda ise sosyal ve siyasal örgütlenme düzeyi açısından durum çok daha geri düzeylerdedir. İşçi ve emekçi sınıfların egemen sermaye sınıfı karşısındaki sosyal ve siyasal örgütlenmesi çok geri durumda olup, çoğu sendikal örgütlenme de sermayenin hizmetindeki bir araç durumundadır.
Sınıf mücadelesi ve kimlik temelli hak ve özgürlükler temelindeki mücadele herhangi bir şekilde öncelikler açısından önce bu sonra bu diye sıralanamaz. Çünkü her iki alan iç içe geçmiş bir gerçeklik halindedir. Ülkemizde Kürtler için söz konusu olduğu gibi, azınlık kimlik kesimlerinden insanlar, çoğunlukla emek meselesi açısından bakıldığında alttaki sınıflara mensuptur.
Öte yandan egemen sınıf ve onun siyasi temsilcileri çoğunlukla kendi iktidarları için halk desteğini, ezilen azınlık kimliklere karşı milliyetçi, ırkçı, mezhepçi söylem ve kışkırtmalar aracılığı ile sağlar ve çoğunluk kimliğine sahip insanları kendi siyasi merkezi etrafında toplayarak emek temelli siyasal kimliğin gelişiminin önünü keserler.
Sınıf temelli ve kimlik temelli mücadelelerin kendi özerk dinamiklerini dikkate almayan mücadele biçimi neredeyse her iki alandaki mücadelenin de başarısızlığını garantiler!
Kimlik temelli haklı ve meşru mücadele biçimleri genel olarak emekçilerdeki demokrasi kültürünü geliştirme yönünde etki ederken, sınıf temelli mücadele de egemen olanın çoğunluk kimliğe ait toplumsal kesimlerdeki kitle desteğini böler ve azaltır.
Toplumsal mücadele bağlamında ele alındığında sınıf mücadelesi içinde kimlikleri dikkate almamak ya da kimlik temelli mücadelede sınıf ayrımını dikkate almamak her iki mücadele alanında da sorunlara yol açabilir. Bu iki alandaki mücadelenin kendi özerk dinamiklerini dikkate almayan mücadele biçim ve yöntemlerinin dayatılması ise neredeyse her iki alandaki mücadelenin de başarısızlığını garantiler!
***