Kendi Gündemimizi Yaratmak Zorundayız!

Kadrican Mendi

Meclis ve Başkanlık seçimleri sürecinde burjuva siyaseti tüm siyasal alana hakim oldu. İnsanlara mevcut siyasal denklem dışında bir seçenekleri olmadığı, medya ve diğer ideolojik aygıtlar kullanılarak empoze edildi. Çalışanlarla yönetenler arasındaki uzlaşmaz çelişki, “hepimiz aynı gemideyiz” hikayesinin milyonuncu versiyonu kullanılarak gözlerden saklandı. Sandık siyasetinin tek başına “kurtuluş” için yeterli olduğu yanılsaması kitlelere aşılandı, ezilenlerin “kendiliğinden bilinci” burjuva siyasetinin palavraları ile kirletildi, kafalar karıştırıldı. Olacakları göremediğimiz, gördüğümüz noktalarda yeterli uyarıları etkili şekilde siyasete aktaramadığımız için elbette biz de suçluyuz! Oynanan oyunun, hakim siyasetin doğasını gizlemeye dönük olduğunu, ve ezilenler açısından bir kurtuluş anlamına gelmediğini tespit etmiş olsak da bunun altını doldurma konusunda eksik kaldık.

Parlemento dağılımının ve Başkan değişiminin emek siyaseti açısından sadece ”taktiksel” bir anlamı olduğunu, stratejik açıdan burjuva siyasetinin devrimci bir dönüşüme müsaade etmeyeceğini elbette biliyorduk! Ama bunu halka anlatabilecek toplumsal karşılığımız ve siyasal gücümüz yoktu!

Halkın üzerine çöken umutsuzluk havasındaki sorumluluğumuzu hiçbir tevil, bahane, gerekçe ortadan kaldıramaz.

* * *

Ancak aslına bakarsanız bugün ezilenler, seçim öncesinde olduklarından çok daha kötü bir durumda değiller, “başkan” değişmiş olsaydı da şimdi çok daha iyi durumda olmayacaklardı! Zira yaşanan kötüye gidişin sebebi tek başına şu andaki kötü yönetim ve yozlaşma değil. Kötüye gidişin istikrarlı bir şekilde -hangi hükümet gelirse gelsin- devam etmesi kapitalizmin tarihsel süreciyle birlikte ilerliyor. Ve bu kötüye gidiş hiç bir zaman ve zeminde sandık yoluyla durdurulamadı. İnsan oğlunun nefes alabildiği, “toplumsal kurtuluş”un imkanlarının ortaya çıktığı her “aydınlık an” ezilenlerin “devrim” yoluyla yarattıkları kazanımlar sayesinde oldu.

Bugün, “devrim” ihtimali , ezilenlerin, emekçilerin gündeminden çıkmış durumda; “Asgari ücret”e kadar indirgenmiş bir politik vizyon, ve hakim sendikaların burjuva siyasetiyle kurguladıkları danışıklı dövüş, emekçinin direncini kırıyor, ezilenleri ezenlerin gündeminin figüranı haline getiriyor.

Parti içi kavgalar, eskilerinin dağılıp yenilerinin kurulmaya başladığı ittifak çalışmaları, en hakiki öz milliyetçinin, en saf, su katılmamış Atatürkçünün kim olduğu tartışmaları, piyasaya çıkan yeni zübüklerin eskilerine karşı yürüttükleri “değişim” hamleleri, patlamış kanalizasyon gibi milyonların üzerine boca ediliyor.

Emek siyasetini bu tiyatro karşısında etkisiz bırakan şey kendi gündemini oluşturmada başarılı olamaması. Bu başarısızlıkta en önemli faktör, ülkedeki “emek” ve “sol” siyaset iddiasındaki yapıların kendi gündemlerinin de ezilenlerin, emekçilerin gerçek gündemleriyle alakasının neredeyse olmaması!

Resmi ideolojinin fay hatları üzerinden alınan pozisyonlarla; İlericilik, laiklik, LGBTİ aktivizmi, tarikat/cemaat nefreti gibi “katalog” mevzuların etrafında dönen ve kendi tabanlarını dahi yoracak kadar kendini tekrar eden bir gündemin bir “toplumsal kurtuluş” olasılığı içermesini bırakın, birkaç metropol dışında, Anadolu’da “magazin haberi” olmak dışında bir karşılığı yok!

İşçi sınıfının liderliğinin burjuva aydınları tarafından yürütülmeye çalışılmasının, ezilenlerin, işçinin, emekçinin gerici ideolojiler etkisinde, “Avrupa aydınlanması”ndan nasibini almamış cahil, ve kurtarılmaya “bilinçlendirilme”ye muhtaç kalabalıklar olarak görülmesinin, halk nezdinde nefretten başka bir şey doğurmaması sonucu bu kadar açıkken, mezkur zevatın gündem maddelerinde en küçük bir değişiklik olmaması her halde “özgüven”le izah edilebilecek bir şey değil!

Geldiğimiz noktada bu analizin tekrar tekrar yapılmasının da artık fazla bir gereği yok. Tükenmiş bir ideoloji ile kendinden daha kötü durumda bir anti-tez karşısında ortaya çıkacak sentez tam da bugün yaşadığımız siyasal vasattır.

Artık bunlarla vakit kaybetmeye tahammülümüz yok. Sınıfın kendi gündemini oluşturamadan burjuva siyasetinin etki alanından çıkması mümkün değil. Bunun yolu kendi siyasal mecralarını oluşturmasından geçiyor. Emek siyasetinin güncel sorumluluğu lafazanlığı bırakıp sınıfın gerçek temsilcilerinin siyaset yapabileceği alanlar açmak, olanları güçlendirmektir.

Partilerimizi genç işçilere, işçi önderlerine, ezilenlerin tüm katmanlarından temsilcilerine açmak zorundayız. Devraldığımız birikim ve tecrübeyi aktaracak, onlardan öğrendiklerimizle teorimizi güncelleyecek, küçük adımlarla ama kararlı ve istikrarlı bir yürüyüşe çıkmanın zamanıdır.

Bunun için burjuva partilerinin kayıkçı kavgalarını, seçim gündemini , değişim gevezeliklerini, kabine senaryolarını, “karizmatik kurtarıcı” palavralarını partilerimizden, örgütlerimizden tamamen tasfiye ederek işe başlamalıyız.

Sürekli “yeni insanlar”la, “yeni ve bu kez farklı işler” yapmaktan bahsetmiyorum. Mevcut ilişkileri, harcanan emekleri boşa çıkaracak her türlü değişim iddiası aslında bir “vazgeçiş”tir.

Bugün vazgeçmek gibi bir lüksümüz yok. Olanı iyileştirmek, birikimi korumak ve sonrakilere aktarmak zorundayız.

Dünya genelinde hakim olan konjonktür, “zamanın ruhu” göz önüne alındığında kısa vadede çok büyük işler yapamayacağımız ortada!

Ama yaptığımız küçük işleri istikrarlı ve kararlı bir şekilde sürdürürsek çok büyük bir potansiyeli kendi varlığından haberdar etmemiz, uyuyan devi uyandırmamız mümkün! Kavganın bugün büyük generallere değil, teslim olmayan askerlere ihtiyacı var.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir