Kabahatli Seçimin Öğrettikleri

Metin Ebetürk

Yeni bir seçim atlattık. Seçim dediysek, işçi sınıfımızın ve emekçi halk yığınlarının ve onların öğretilerinin seçenek haline gelemediği, mevcut totaliter burjuva iktidarlarına alternatif olamadığı bir seçim sürecinden bahsediyoruz. Daha önceki bir yazımda, seçim hangi siyasi partiler, hangi ittifaklar veya burjuvazinin hangi isim ve ünvanını, hangi siyasi maskeyi takarsa taksın, onların hangi siyasi uzantıları haline gelmiş olursa olsun, burada ne yazık ki bu yarışta işçi sınıfı ve onun özlediği iktidar arayışı için bir seçim olmayacak demiştim.

Katılımcısı olduğumuz bu seçime iştirak etmemiz, bilerek isteyerek ve inanarak mı katılımcısı olup olmadığımızı sorarsak belki cumhurbaşkanlığı seçimi için evet -bilerek isteyerek katılımcısı olduk. Toplum olarak oraya odaklandık.

Peki gerçekten, bilerek, isteyerek ve inanarak mı? Bu soruların yanıtlarını almak ve irdelemek anlaşılan uzun zaman alacak. Ama hemen bu seçimin arkasından, şu yaftayı yapıştırmakta yarar var, “Kabahatli seçim”. Kabahatlerin işlendiği bir seçim, yani seçim sisteminin kabahati.

Yönetenlerin veya seçim sisteminin ya da seçim sisteminin uygulatıcıları demiyorum, seçimin diyorum. Seçim sistemi veya uygulatıcıları dersek Tanrı korusun ibre bize döner tüm kabahatli biz oluruz. Dananın altında buzağı arama yıllarındayız. Bu nedenle tam da, “seçimin kabahati” demek gerekir.

NEDİR BU KABAHATLER?

Birçok şaibeyi ortadan kaldırması nedeniyle yakın geçmişte kullanılan parmak boyasının bir süredir devre dışı bırakılması neredeyse iktidar partisinin ilk katıldığı seçimleri kazanması sonrasına rastladığını da söylememiz yanlış ve abartılı olmaz sanıyorum.

Ülkemizde, çok büyük bölümü Ortadoğu ülkelerinden (İslam coğrafyasından) olmak üzere milyonlarca mülteciye ve sığınmacıya ev sahipliği yapıyoruz. Ev sahipliği dediysek mecazi anlamda yakın gelecekte birçok ilimizde, bizler yabancı gibi azınlıkta kalacağız. Peki bunca mülteciye “ev sahipliği” yaparken, bir televizyon kanalında her şeyden haberi olan “uzmanların” iddiasına göre, yine bu milyonlarca olan mültecilerin sadece 240.000 kadarı vatandaş yapılarak oy kullanmış.

Bre arkadaşım, biz bu kadar, büyük sayıda göçmen ve mülteciyi sadece ve sadece, mazlum Müslümanlara kol kanat germek ve Avrupa ile pazarlık olanağımız olsun diye mi tutuyoruz?

Tabii biz böyle düşünmüyoruz. Milyonlarca mülteci ve göçmen ülkemizde yaşayacaklar, ama bunların küçücük bir kısmı vatandaş olarak kalacak ve geri kalan oy kullanmadan ülkemizde kalacaklar. Biz kabul edecek olsak da iktidar böyle bir durumu zaten kabul etmez. İktidarın ifade ettiği gibi, Peygamberin ümmetine sahip çıktığımız doğru fakat dünyada bizden başka bu “ümmete” sahip çıkacak, ekonomik yapısı bizden daha iyi durumda olan ülke kalmadı mı? Tavşan ile kaplumbağa yarışı misali bizi sollayacak İslam ülkeleri dururken, sadece biz mi kaldık peygamberin ümmetine sahip çıkacak?

Türkçe’de bir deyim var: “Hem etinden, hem sütünden”. Bu deyim bazı büyükbaş ve küçükbaş evcil hayvanlar için kullanılan deyim, ama sanıyorum bu deyimin kullanılması için uygun bir zemin oluştu. Mülteciler ve sığınmacılar vasıtasıyla, bu zemin sağlamlaştı. Avrupa’ya, “Açarım sınırları, “görürsünüz gününüzü!” Bir de boşa mı milyonlara “ev sahipliği” yapıyoruz? Burada yaşıyorlarsa, peygamberin ümmeti değil mi? Vatandaş da olacak oy da kullanacak, belki ileride vergi de verecek!” dendiğini düşünüyorum.

Yeri gelmişken, soldan bazı dostlarımız mülteci ve sığınmacı meselesine anlam veremediğim tepkiler veriyorlar. Tamam “sınıfın birliği, halkların kardeşliği” ama lütfen bunların hamisi kim? Ona da bakmak gerekir. Bir de uzun yıllardan beridir daha demokratik bir ülke için mücadele edip, kat ettiğimiz yol ortadayken ülkenin demografik yapısını daha da sarsacağı bir gerçekken sığınmacıların mücadeleyi daha geriye götüreceği daha açık bir gerçektir. Bunu da görmek gerekir diyorum.

Toplu oy kullanmalardan tutun da, muhtarın veya yöre ileri geleni olan bir “vatandaşın” evinde alınmış ele mühür ve oy pusulalar “tek tek basaraktan, bade süzerekten” oy kullanılmış. Sanki birilerinin maharetli ellerinden değil de seçmenlerin tek tek oy atması gibi, sandığa atılan oy pusulalarına da takıldı habercilerin kameraları.

Bir başka habercinin duyurduğu vaka, oy kullanılmakta olan binaya sokulmayan, içeri girmek için çaba gösteren ama nafile içeri giremeyen muhalefet partisinin milletvekilinin dramatik durumudur.

Kürt hareketinin dağ kadrosuyla görüntüsü olduğunu iddia ederek, muhalefet liderinin “teröristlerle” işbirliği içinde olduğunu ifade eden, düzmece ve montajlanmış, gerçekle alakası olmayan görüntülerle yurttaşı galeyana getirerek öfke birikimine neden olan propaganda çalışmasıdır.

Bazı illerde yine montajlanmış fotoğraflarla şehrin en işlek semtlerinde bulunan belediyelere ait panolardan propaganda yapılmasıdır.

Kısaca bir seçim daha atlatıldı. İktidar partisi kazandırıldı. Buraya kadar seçimin bazı kabahatlerini sıraladık.

Peki neler öğrendik?

Seçim öncesi ittifaklar, birlikler ve bir arada durmalar ve cilalı sözler. Bir de, sağdan ve soldan olsun bu çevrelerin seçim sonrası sarf ettikleri sözcükler. Bu sarf edilen sözcükler bir kara komedi olması nedeniyle, ayrı bir tartışma konusu, ayrı bir makale konusu olmaya aday.

Unutmadan bir de, hani Türkçe’de bir söz vardır, “Tavuk mu yumurtadan çıkar? Yumurta mı tavuktan?” diye. Bu sözün de misali yaşanmadı değil. Aynı şekilde “Yumurtadan çıkmış ama kabuğunu beğenmemiş,” sözünün de misali yaşandı.

Bir seçim daha atlatıldı. Demokratik mi desek? Yoksa otokratik mi? Buna verilecek en iyi yanıt şöyle bir bulamaca benzeyebilir. İslam soslu, Ortadoğu baharatlı ve Uzak doğu veya Güney Amerika damak tadını aratmayacak kıvamda “demokrasi” kokuları gelen bir seçim sistemi ve tabii ki seçim sonucu.

Tamam, kısaca, bir seçim daha atlattık! Kazananı çok. İktidar güçleri kazandı, muhalefetin hepsi de kazandı. Kaybedeni kim? Kaybeden fazla değil.

Kaybedenin başında işçi sınıfımız var, kamu emekçileri var, emekçi halk yığınları var, emekliler var, esnaf ve orta halli aile işletmeleri var. Çözümü ise bıkmadan usanmadan çalışmak ve işçi sınıfının önderliğinde, işçi emekçi birliğini kurmak ve mücadele etmek. Ancak işçilerin mücadelesini büyütür ve çalışırsak, işçi sınıfımız ve onun öğretisi de bu düzene alternatif olabilir.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir