Sınıfı Bölen “Erkeklik”

Fatma Betül

Uzun yıllar boyunca feminist mücadelenin, sınıf mücadelesini böldüğü iddia edildi. Türkiye’de hala daha bu iddiayı savunanların mevcut olduğunu biliyoruz. Fakat kadınlar taleplerini daha örgütlü bir şekilde yükselttikçe bu iddianın altı yavaşça oyuluyor ve gerçek denklem ortaya çıkıyor. Bir tarafta kadınların özneliğine alan açan, onların özgün sorun ve taleplerini kapsayacak bir sınıf mücadelesi, diğer tarafta erkekliğin hüküm sürdüğü ve dar kalıplara sıkışan bir sınıf mücadelesi… Bu yazıda, kadın işçilerin çok yönlü mücadelesine odaklanarak sınıf mücadelesini asıl bölenin erkeklik olduğunu göstermek istiyorum.

Kadın işçiler, Türkiye işçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturdukları halde sendikalar ve emek örgütleri hala daha erkek işçiyi merkeze alan cinsiyet körü bir örgütlenme anlayışına sahip. Çünkü işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin asıl öznesi olarak erkekler görülüyor. Kimi sendikacıların açıktan ifade ettiği gibi kadın işçiler pasif, itaatkâr, örgütlenmeye isteksiz… Böyle mi sahiden? Kadın işçiler en kötü, en güvencesiz koşullarda çalışırken içinde bulundukları koşullara razı mı geliyorlar? Uzun yıllar sendikalar kadınların örgütsüzlüğünü bu söylemlerle meşrulaştırmaya çalıştı. Ama bugün, kadınların özgün koşullarını ve işyerinde yaşadıkları cinsiyet temelli sorunları görmezden gelen, önemsemeyen bir sendikacılık
anlayışının problemin asıl kaynağı olduğunu görüyoruz.

Kadınların özgün koşulları derken neyi kastediyorum?

Kadınlar ücretli çalışmaya başladığında aslında çifte mesai yapmaya başlıyorlar. Bir yandan ev işleri ve bakım emeği, diğer yandan işyerindeki ücretli çalışma. Ev içi emek ve çocukların bakımı ailedeki erkekler tarafından paylaşılmadığı müddetçe, kadınlar bu çifte mesaiyi sürdürmek ya da bu emek yükünü başka kadınlarla paylaşmak zorunda kalıyorlar. Sendikalar, tam da ev içini gören, kadınların görünmeyen emeğini gören ve tanıyan bir örgütlenme anlayışı geliştirmek zorunda.

Peki işyerinde kadın işçiler neler yaşıyor, kadınların yaşadıkları bir erkek işçiden nasıl farklılaşıyor? En başta ücret meselesi geliyor. Kadın işçiler erkek işçilerle aynı değerde işi yapsalar dahi onlarla aynı ücreti alamıyor.

İşyükünün ağırlığına ve uzun çalışma sürelerine kıyasla çok düşük ücretlerle çalışıyorlar. Bunun en temel sebebi işverenler tarafından kadınların ücretinin aile için ‘’ek gelir’’ olarak görülmesi. Daha açık bir ifadeyle erkek işçi aileyi geçindiren, asıl ücreti kazanan olarak görülürken, kadınların geliri ek gelir olarak görülüyor. Bu yüzden özellikle yalnız yaşayan kadınlar, bekar anneler, ailesine bakmak zorunda olan kadınlar düşük ücretlerden dolayı yoksul bir yaşama mahkum ediliyorlar. Bu durum, kadınların ev içi emeklerinin görünmez ve değersiz kılınmasının ücretli emek piyasasına yansıma sının da bir sonucu.

İkinci olarak işyerinde ataerkinin işleyişini gösteren mobbing uygulamaları. Kadınlar sıklıkla usta, amir ve müdürler tarafından mobbinge maruz bırakılıyor. Üretim alanları, kadınların yoğun stres altında sürekli bir koşuşturmayla iş yetiştirmek zorunda oldukları bir yarış pistine dönüşüyor. Konuşmak, dinlenmek, tuvalete gitmek ya da üretimi aksatacak herhangi bir eylemde uyarı ve tutanaklarla karşılaşıyor kadınlar. Günlük yetiştirilmesi gereken belli bir kota olduğunda o kota stresini altında sürekli daha hızlı, daha hızlı hareket etmek zorundalar.

Bu baskılar, kadın işçilere yönelik cinsiyetçilikle iç içe geçiyor. Kadınlar, erkek usta ve amirler tarafından aşağılanıyor, hakarete uğruyor, tehdit ediliyor.

Üçüncü olarak işyerindeki tacizler. Kadın işçilerin son yıllarda giderek daha rahat ifade etmeye başladığı bir sorun bu. Kadın işçiler, hem beraber çalıştıkları erkek işçiler hem de ustalar tarafından sözlü, fiziksel ve cinsel tacize maruz kalabiliyor. Genellikle, bu tacizleri kendilerini güvende hissederek iletebilecekleri bir mercii olmuyor. Çoğu iş yerinde kadın usta veya amir olmuyor; olanlarda da kadınların yaşadıkları bir şekilde örtbas ediliyor. Sendikaların da bu konuda doğrudan bir çalışma yapmadığını biliyoruz. Bir yandan tacize maruz kalan kadın işçiler, eşlerinin duymasından veya işyerinde ‘’isimlerinin çıkmasından’’ korkuyorlar. Bu yüzden tacizlerin gündem edilmesini istemiyor ve hukuki bir süreç başlatamıyorlar. Beraber çalıştıkları kadın arkadaşlarının desteğiyle kendini korumaya çalışıyorlar çoğu zaman.

Öte taraftan, kadınların, yaşadıklarının adını koyarak taciz diye nitelendirmesi dahi önemli bir kazanım. Bu da Türkiye’de feminist hareketin giderek güç kazanması ile ilgili bir durum olarak görülebilir.
Dördüncü olarak hamilelik ve regl dönemi sorunları. Kadınlar hamilelik dönemlerinde işyerlerinde çeşitli sorunlar yaşıyorlar. Ağır iş yükleri azaltılması gerektiği halde azaltılmıyor, kimi yerlerde dinlenmelerine, ihtiyaçları olduğunda tuvalete gitmelerine dahi izin verilmiyor. İşyerlerinde maruz kaldıkları mobbing ve stresten dolayı düşük yapan kadın işçiler var.

Kadınların regl dönemleri de çok zorlu geçiyor. Ağır yük kaldırmak zorunda olan kadın işçilerin sancıları daha da artıyor, kimisinin regl dönemi uzuyor. Kimileri iş yoğunluğunda tuvalete dahi gidemiyor, kimileri işyerinde kadın usta olmadığı için zor bir durumda kaldığında regl olduğunu söyleyemiyor. Kadın işçiler birbirine bu konuda da destek olmaya, birbirlerinin yükünü hafifletmeye çalışıyor fakat regl meselesi kadınların çalışma hayatındaki yapısal bir sorun olarak duruyor.

Beşinci olarak meslek hastalıkları. Kadın işçiler çalışma koşullarından kaynaklı benzer hastalıklara sahip. Kadın işçilerin çok büyük bir bölümü boyun ve bel fıtığı, fibromiyalji, vertigo, varis gibi hastalıklardan muzdarip.

Bunun yanında nörolojik ve psikolojik çeşitli hastalıklar doğrudan çalışma koşullarından kaynaklı olarak ortaya çıkıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında toplumsal cinsiyet temelli bir yaklaşım olmadığından kadın işçi sağlığına ve kadın işçilerin meslek hastalıklarına dair özel bir çalışma yapılmamış durumda.

Altıncı olarak kreş sorunu. Kadın işçilerin en büyük sorunlarından biri işyerlerinde kreş imkanının buluması. İş Sağlığı ve Güvenliği kanununda 150’den fazla kadın çalışanın olduğu işyerlerinde işverenlere kreş açma zorunluluğu getiriliyor. 150 kadın şartı hem daha küçük işletmelerdeki ya da erkek yoğunluklu fabrikalardaki kadın işçileri kapsam dışında bırakıyor, hem de kreş meselesini doğrudan kadın işçilerle ilişkilendirerek çocuk bakımını sadece kadının sorumluluğu olarak gören anlayışı yeniden üretiyor. Bunun ötesinde, Türkiye’de 150’den fazla kadının çalıştığı işyerlerinin çoğunda kreş olmadığı gerçeği sorunun çok daha ileri boyutlarda olduğunu gösteriyor. İşverenler kanunen sorumlu oldukları
koşulda dahi bu ‘’maliyeti’’ yüklenmekten kaçınıyor.

Kadınlar çocuklarını ya işyerinden uzak, yüksek ücretli kreşlere ya da akrabalarına bırakmak zorunda kalıyorlar. Bunlar, kadın işçilerin çalışma koşullarından sadece bir kısmı. İşyerlerinde kadınlar pek çok başka sorun, ayrımcılık ve adaletsizliğe de maruz kalıyorlar. Kadınların çalışma koşulları, en başta, patriyarkal kapitalizmin nasıl işlediğine dair önemli ipuçları veriyor bize. Patriyarkal baskı mekanizmaları işyerindeki sömürü koşullarını katmerleştiriyor, kadınların üzerindeki denetim ve kontrolün artırılmasında rol oynuyor.

Sendikalar, kadınların çalışma yaşamında kadın olduğu için yaşadığı bu özgün sorunları dikkate almadığı müddetçe, kadın işçi örgütlenmesinde başarılı olması mümkün değil. Bu noktada ücret sendikacılığının ötesine geçilmesi gerekiyor. Taciz, mobbing, regl dönemi sorunları, kreş meselesi hala çoğu sendika tarafından küçümsenerek gündem edilmeyen meseleler. Çoğu sendikanın hala yeteri kadar kadın örgütlenme uzmanı yok ve çok az sendikanın kadın bürosu var. Kadın bürosu ve kadın örgütlenme uzmanlarının olduğu sendikalarda ise sendikal bürokrasi ve erkek sendikacıların baskınlığı kadın çalışmalarına ket vuruyor.

Ana akım sendikaların kadın işçi örgütlenmesine yönelik bu tutumlarına rağmen, kadın işçiler daha iyi çalışma koşullarında çalışmak ve insanca muamele görmek için sendikalarda örgütleniyor. Bir kadın işçinin sendikada örgütlenmesi için bir erkek işçiden daha çok sebebi ve aşması gereken daha çok engeli oluyor çoğu zaman. Ev ve iş mesaisinin mesainin üstüne, sendikaya üye olmak bir üçüncü mesai anlamına geliyor, kadın işçiler için. Sendika toplantısına katılmak, ya da sendikal örgütlenme yapmak için başka işçilerle görüşmek, sendikanın düzenlediği bir eyleme gitmek… Kadın işçiler sendikalaştığında, zaman darlığına, ev içi emek yüküne, aile baskısına direnerek sendikalaşıyor aslında. Dinlenme vaktinden feda ederek, adeta yoktan zaman var ederek mücadele ediyorlar.

Sendikalaşmak aynı zamanda işyerinde artacak baskıları, işten atılma riskini ve belirsiz bir işsizlik dönemini de göze almak anlamına geliyor. Türkiye’de sendikalaşma anayasal bir hak olduğu halde, işyerinde sendikalaşma vakalarının büyük çoğunluğu işten atmayla sonuçlanıyor. Bu işten atmaların bir kısmında işçiler fabrika önünde kalıcı direniş başlatarak işe iade ve sendikalı çalışma hakkı için mücadele ediyor. Nitekim, Emek Çalışmaları Topluluğu’nun 2021 İşçi Eylemleri raporuna göre 2021’de 1736 işçi hak aradığı için işten çıkarılmış, bunun 1634’ü sendikalaşma nedeniyle işten atılmış.

Tüm bu koşullarda, geçmişte olduğu gibi bugün de söz konusu riskleri ve engelleri göze alarak sendikaların ataerkil ve bürokratik yapısına rağmen, bir diğer deyişle sendikalara rağmen sendikalaşan kadın işçiler var. Kadın işçilerin bu mücadelesi çok yönlü bir mücadeleye dönüşebiliyor. Birçok kadın işçi, işyerinde patriyarkayla iç içe geçen sömürü ve baskı koşullarına, evde aile baskısına ve ev içi emek yüküne, sendikada onların taleplerine kulak tıkayan, öne çıkmalarına ket vuran erkek sendikacılara karşı mücadele etmek zorunda kalıyor. Kadın işçilerin mücadelesi işte tam
da bu sebeplerden daha önemli, daha kıymetli.

Bir kadın işçi tüm engelleri aşarak işyerinde sendikalaşma mücadelesine girdiğinde aslında bu mücadele, işyerinin sınırlarını aşarak o kadının hayatının birçok alanını etkileyebiliyor. Kadınlar işyerinde çalışma arkadaşları ile birlikte örgütlenip sendika üzerinden haklarını öğrendikçe kendi güçlerinin daha fazla farkına varıyorlar. En önemlisi, kendilerine psikolojik baskı uygulayan, hakaret eden, haksızca işyükünü artıran ustalara, amirlere, müdürlere karşı özgüven kazanıyorlar. Özgüven ve güçlenme meselesinin kadınlar için çok kritik bir mesele olduğu çok açık. Çünkü, evde, işte, sokakta, sendikada, siyasi partide erkekler tarafından sürekli küçümsenen, hor görülen, değersiz hissettirilen, özgüveni kırılan kadınların kendi güçlerinin farkına varmaları, kendilerini özgüvenli hissetmeleri o kadınların hayatında başka bir dönemin başlaması anlamına gelebiliyor.

Ayrıca son yıllarda kadın işçilerin mobilizasyonu ve işçi direnişlerindeki görünürlüğü giderek artıyor. Bu artışın sebeplerinden biri pandemi dönemiyle birlikte kadın işçilere yönelik baskı ve işten atma tehditlerinin artması, kadın işçilerin koşullarının gittikçe daha da kötüleşmesi.

2020’den bu yana gerçekleşen işçi direnişi vakalarına baktığımızda birçoğunda kadın işçilerin ön planda olduğunu, kimilerinin kadın işçiler tarafından örgütlendiğini, kimilerinde de makine kapatma, fabrika işgali gibi militan eylemlerin kadınlar tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz. Farplas, Alba Plastik, Pas South, Smart Solar, Lezita, Amazon Depo, Migros Depo, Asen Metal, Xiaomi, Salcomp, Mitsuba, Oppo, Alpin Çorap, Indomie Adkoturk, Corazon, SML Etiket, ETF Tekstil, Vip Giyim… Bunlar, son yıllardaki kadın işçi direnişlerinden bazıları. Bu direnişlere katılmış, öncü rol oynamış kadın işçilerin neler yaşadığını merak ederseniz Kadın İşçi sitesindeki direnişçi kadınlarla yapılmış röportajlara göz atabilirsiniz.

Sonuç olarak, kadın işçiler, Türkiye işçi sınıfının yarısıdır ve tarihsel olarak işçi hareketinde her zaman aktif aktörler olarak yer almışlardır. Kadınların işçi mücadelesindeki rollerini göz ardı etmek, Türkiye işçi hareketinin önemli bir bölümünü göz ardı etmek anlamına gelir. Kadın işçileri yok sayan, kadın işçilerin patriyarkadan kaynaklı sorunlarını görmezden gelen bir işçi mücadelesi başarısız olmaya mahkumdur.

Yazının başında bir denklemden bahsetmiştim, bu denklemin bir tarafı giderek daha ağır basıyor. Çünkü sınıf mücadelesi yürüttüğünü iddia eden hiçbir sendika, siyasi örgüt ya da parti kadınları yoksayarak bir adım dahi ilerleyemeyeceğini görmek zorunda. Bu yapılar, kadın işçilerin sözüne, taleplerine ve eylemliliklerine daha fazla alan açmak, onların koşullarına uygun faaliyet alanları geliştirmek ve kadın işçilere yönelik politika üretmek zorunda. En önemlisi bu kurumlar kendi ürettikleri erkeklikle savaşmak zorundalar. Erkek işçilerin, erkek sendikacıların, erkek parti üyelerinin erkekliğini gündem etmedikçe sınıf mücadelesi dar kalıplara sıkışmaya mahkûm olacaktır. Sınıfı bölen erkekliği değil, kadınların patriyarkal sömürüye karşı her alanda verdiği mücadeleyi büyütelim.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir