Zonguldak: 1990-91 Büyük Madenci Eyleminden bugüne uzanan dersler

Gayrı resmî tarih

Şadi Ozansü

Hep yürüyüş anlatılır, oysa öncesi vardı

Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar adlı sınıf mücadeleci maden işçilerinin “güvenlik”güçlerinin kurşunlarıyla katledildikleri 12 Mart 1965 tarihindeki 7 bin işçinin eyleminden sonra ilk defa 1990 yılında Zonguldak maden işçileri 30 Kasım tarihinde sefalet ücretlerine karşı harekete geçtiler. Bu tarihte greve başlayan maden işçileri – yer üstünde çalışanlarla birlikte sayıları yaklaşık 50 bindi- uzun yıllar sonra ilk defa sokağa çıkıyorlardı. Yıllardır “emniyet” kuvvetleri tarafından kuş uçurtulmayan şehirde bir anda muazzam bir özgürlük havası doğmuştu. Siyasi polis şaşkınlık içindeydi. Neler oluyordu böyle?

Türk-Iş’e bağlı Genel Maden-İş Sendikası üyesi işçiler o güne kadar işverenin -ki işveren devletti- temsilcisi gibi faaliyet gösteren Mehmet Tezer’in yerine Şemsi Denizer’in önderliğinde yeni bir ekibi yönetime getirmiştiler. Bu durum Türkiye’deki 1989 Bahar Eylemlerinin Türk-İş’in birçok sendikasında yolaçtığı değişimin Zonguldak’a biraz gecikmeyle de olsa ulaşması anlamına geliyordu. Şemsi Denizer’in sendikanın üst kat balkonundan ara sokaklarda toplanan işçilere yaptığı coşkulu konuşmalar maden işçileri üzerinde uzun yıllar sonra ilk defa bir sınıfsal farkındalığa sebep oluyordu. Kış uykusundan uyanmış işçiler hiçbir teorik eğitimin kendilerine bu kadar kısa zamanda veremeyeceği bir sınıf şuuruna neredeyse on beş gün içinde ulaşıyorlardı.

Şehir içinde Kozlu’dan, Karadon’dan ve Merkez Atölyelerden gelen işçiler ve onların aileleri zaman zaman 70 ila 100 bin kişiye ulaşan sayılarla şehrin her tarafını ele geçirmişlerdi. Hatta şehir trafiğini bile onlar idare etmeye başlamıştı. Yönetim panik halindeydi. Şehir fiilen işçilerin elindeydi. Hatta bu bir “ikili iktidar” bile değil, doğrudan işçilerin iktidarıydı sanki. Çünkü “emniyet” teşkilatı sırra kadem basmış, askeri de devreye sokacak herhangi bir güç gözükmüyordu. Özal büyük patronların temsilcisi sıfatıyla her gece TRT’de arz-ı endam ediyor, kalemini insanların gözüne içine sokar gibi “özelleştirmelerin” tek çözüm olduğunu ileri sürüyordu. Bu söylemlere tepki duyan işçiler ertesi gün sokaklara çıkıyor ve “Çankaya’nın şişmanı, işçilerin düşmanı” sloganının yanı sıra “ TRT onların, Caddeler bizim” diyerek ilk defa sınıfçı sloganlar atmaya başlıyorlardı.

Sonuçta iki taraf da taviz vermiyor, ama bir gelişme de yaşanmıyordu.

Oysa aynı zamanlarda Kozlu’da ve şehir merkezinde Şemsi Denizer’i bir bağımsız işçi partisi kurmaya ve bunu Zonguldak madencilerinden başlatmaya davet eden bildiriler dağıtılıyordu. Denizer’i dinlemeye giden kalabalık işçi grupları ellerinde bu bildirileri sallayarak böyle bir adımın atılmasını onayladıklarını belirtiyorlardı. Bu durum sadece hükümeti değil, aynı zamanda sendika bürokrasisini de sıkıştırıyordu. Artık böyle devam edilemezdi. Sendika yönetimi tek kurtuluş yolu olarak Ankara yürüyüşünü yapmaya karar verdi. Aslında bu, kitle hareketi karşısında sorumluluğu üstünden atma çabasından başka bir şey değildi. Oysa Denizer, 50 bin maden işçisiyle böyle bir partiyi kurduğunu ilan etse bu sıkışıklıktan hemen kurtulurdu, çünkü böyle bir parti o günün koşullarında bir hafta içinde Türkiye çapında en az 3 milyon işçi üyeye ulaşabilirdi. O zaman Ankara’ya yürümeye bile gerek kalmaz ilk defa kitlesel bir işçi partisine ulaşılabilirdi. Dahası böyle bir kuruluş ilanı üzerine Ankara’ya yürünürse olayların nereye varacağını hesaplamak bile zor olurdu.

Ankara yürüyüşü

İşte bu şartlar altında Ankara yürüyüşü başladı. 100 bini aşan kitlenin ilk durağı Devrek oldu. Maden işçilerine barınmaları ve ısınmalarının yanı sıra her türlü destek verildi. Devrek’liler madenci kardeşlerini coşkuyla karşıladılar ve bağırlarına bastılar. Sabah Devrek’ten yola çıkıldığında madenciler ilçeyi “Devrek Teşekkür” diye geride bıraktılar. Artık yürüyüşün yeni güzergahı Mengen ve Gerede idi. Gerede’ye çıktınız mı, artık Ankara yolu açılıyordu. Devletin yazılı basınının amiral gemisi Hürriyet şu başlığı atıyordu: “ Adım adım yaklaşıyorlar!” Ne korku ama!

Bu arada 100 bini aşan kalabalığın 20 bin kadarı Gerede üzerinden Ankara yoluna çıkmıştı bile. Ama ana kitle Mengen’de durmaya karar verince bu kitle de Mengen’e dönmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Mengen’le Gerede arasında Dereköy köprüsü mevkiinde muazzam bir asker/polis barikatı oluşturuldu. Karayollarının dozerleriyle kesilen yolun arkasına da 5 bin kadar keskin nişancının yerleştirilmiş olduğu ( doğru da olabilir) söylentisi yayıldı. Köprünün iki tarafı ormanlık ama uçurumdu. Yürüyüşün başını çeken 150 kişilik “deli fişek” madenci grubu , “ bu bizi engelleyemez, çok değil üç çam ağacını devirir, bu kitleyi yapacağımız köprüyle doğrudan orman içinden kolaylıkla ana yola çıkartırız” dediler.

Pazarlık ve tehdit başlıyor

Şemsi Denizer Mengen’den aceleyle devlet yetkilileriyle görüştürülmek üzere Gerede’ye götürüldü. Orada kendisiyle ne konuşulduğunu kimse bilmiyor. Ama biz Mengen’de şuna tanık olduk: Birincisi Devrek’ten çok daha küçük bir kasaba olan Mengen’de halk Özalcı olduğu için madencilere evlerini açmadığı gibi pencerelerinin perdelerini bile kapattı. Buna çok sinirlenen madenciler de Memgenlilere hiç iyi davranmadılar. Okulları ve devlet kurumlarını ele geçirdiler, ısınmak için tomrukları yaktılar, içinde yatmak için kapatılmış olan camilere girdiler.

Ama sanılmasın ki sadece Özal ve Anavatan Partisi işçilerden korkuyordu. Olayların gelişiminden en az onlar kadar CHP yönetimi de tedirgindi. İşçileri eylemden vazgeçirmek için Petrol-İş Başkanı Cevdet Selvi de parti ve devlet tarafından görevlendirilmişti. Gözümüzün önünde işçileri geri dönmeye davet etti. Denizer’e ne demiş olduğunu bilemiyoruz.

Gece dozerlerin önünde uyuyan öncü işçiler ani bir operasyonla enterne edildiler.
Ardından Şemsi Denizer geri dönüş açıklamasını ağlayan işçilerin yenilmiş bakışları karşısında mahcup bir şekilde yaptı. Bir dönemin sonunu ve yeni bir dönemin -yani günümüze kadar uzanan yeni bir dönemin- açılışını Körfez Savaşı ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü belirleyecekti.

1990-91 Zonguldak madenci eylemi bağımsız ve kitlesel bir işçi sınıfı partisinin inşası yolunda çok önemli bir fırsattı. Küçük de olsa bir bağımsız işçi sınıfı siyasi önderliğinin eksikliği böyle bir fırsatın heba edilmesine neden oldu. Tarihte böyle fırsatlar işçi sınıfının önüne sık sık düşmez. Zonguldak eyleminden gerekli dersler çıkartılırsa yarın aynı hatalara düşülmez. Önce sınıfın bağımsız kitlesel örgütlerinin inşası. Patronların partilerinden, hükümetlerinden ve her türlü kurumlarından bağımsız bir işçi sınıfı partisi!

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir