Enflasyonun sorumlusu kim?

Cem Somel’in 7 Temmuz 2024 tarihinde İşçinin Kendi Partisi Genel Merkezinde yapmış olduğu sunumdur.

I

Türkiye’de enflasyonun sorumlusu kim?

Faili meçhul bir suçun sorumlusunu arayan soruşturmacı, eylemin kime yaradığına bakarak işe başlar.
Bu muhakemeyi tatbik edersek, enflasyon kime yarıyorsa, hangi sosyal sınıfa yarıyorsa, o sorumludur diyebiliriz. Yüksek oranlı enflasyonun nasıl başladığına veya neyin yükselttiğine bakmak gerekmez. Kim menfaatleniyorsa o sorumludur. Yüksek oranlı enflasyonun sorumlusu, sattıkları ürünlerin fiyatlarını ve kiraları kolayca artırabilenlerdir.

Ücretlerini, maaşlarını istediklerinde artıramayan emekçiler ve gelirlerini koruyamayan küçük üreticiler enflasyondan mağdurdur. Bunlar enflasyondan sorumlu olamaz.

Yüksek oranlı enflasyon, mülk sahibi sınıflara emekçilerin reel gelirlerini uzun vadede büyük ölçüde azaltma imkânı sağlar. Bunun nasıl olduğuna bakalım.

Ocak ay başından Haziran ay sonuna kadar Tüketici Fiyatları Endeksinin yüzde 50 yükseldiğini farz edelim. Ücretleri maaşları altı ay sabit kalan işçilerin, memurların, emeklilerin satın alma gücü altı ay boyunca azalmıştır. Temmuz’un başında hükümet asgari ücreti, veya maaşları mesela yüzde 30 artırdığında, asgari ücretli işçiler, memurlar, emekliler sokağa dökülmemektedir. Çünkü emekçiler Temmuz’da aldıkları ücretin – maaşın satın alma gücünü Haziran’daki satın alma gücüyle kıyaslayarak, rahatlarlar.

Emekçiler Temmuz’da yapılan yüzde 30 zammın reel maaşlarını ve ücretlerini Ocak ayındaki seviyesine getirmediğini bilirler. Yüzde 30 zamlı ücretlerini maaşlarını zamdan hemen önceki maaşla ücretle kıyaslamanın yarattığı psikolojik rahatlama sonucu, maaş ve ücretlerin reel olarak altı ayda azaltılmış olmasına tepkileri çok zayıf olmaktadır.

Yüksek oranlı enflasyon işçi memur ve emeklilerin reel gelirlerini alıştıra alıştıra azaltmağa yarayan sinsi bir araçtır. Enflasyon oranı yüksek olduğunda, egemenler bu oyunu tekrarlaya tekrarlaya emekçilerin reel gelirlerini uzun süre devamlı azaltabilir.

Oysa enflasyon oranı düşük olduğunda reel ücretleri böyle azaltmak mümkün değildir. Örnek vereyim. Fiyatların altı ayda yüzde 50 arttığı ülkede altı ay sonra yüzde 30 ücret zammı, reel ücreti Ocak’tan Temmuz’a yüzde 13 azaltır. Şimdi enflasyon oranının altı ayda yüzde 50 değil de, yüzde 5 olduğunu düşünelim. Yüzde 5 enflasyon ortamında reel ücretini yüzde 13 azaltmak istense, ücretleri TL olarak azaltmak gerekir. Yüzde 5 enflasyon şartlarında reel ücreti yüzde 13 azaltmak için parasal ücreti yüzde 9 azaltmak gerekir. Bunu da işçiler kabul etmez, böyle bir uygulama işçileri sokaklara çıkarır.

Yukardaki örnekte asgari ücret ve maaş zammını enflasyon oranı ile karşılaştırdık. Ama emekçilerin ücret ve maaşlarının muntazam aralıkla enflasyon oranında artırılması emekçilerin enflasyondan mağduriyetini gidermez. Ücret – maaş ayarlamaları arasında geçen zamanda gerçekleşen yoksullaşmayı telafi etmez. Ücret – maaş ayarlamaları arasında geçen zamanda gerçekleşen yoksullaşmayı bertaraf etmek için, ücretlerin maaşların enflasyon oranından daha yüksek oranda artırılması gerekir.

Enflasyonun emekçilerin refahına başka bir olumsuz etkisi vergi yükünü emekçilere aktarmasıdır. Yüksek oranlı enflasyonda mülk gelirlerinin gelir vergi yükü azalır; gelir vergisi içinde emek gelirlerinin payı artar.

Bir yılda kazanılan kâr ve kira gelirleri, ertesi yılın Mart ayında toplanıp beyan edilir, vergisi hesaplanır; Mart ve Temmuz’da iki taksitte ödenir. Yani 2023’te, 2023 yılında Liranın ortalama satın alma gücüyle elde edilen kâr-kira gelirinin vergisi, 2024 yılında Mart ve Temmuz’da TL’nin azalmış satın alma gücüyle ödenir. Bu sebeple yüksek oranlı enflasyon devletin beyan usulüyle toplanan vergi gelirlerinin reel değerini azaltır. Bu gelirlerin vergi oranı örneğin yüzde 20 olsa, gerçekte bu gelirlerin ödediği vergi reel olarak -satın alma gücü kaybı nedeniyle- yüzde 20’den azdır.

Buna karşılık, gelir vergisi kaynağında kesilen ücretlerin ve maaşların vergisi, kazanıldığı tarihteki satın alma gücüyle devletin hesabına geçer. Neticede yüksek oranlı enflasyonda mülk gelirlerinin gelir vergi yükü azalır; gelir vergisi içinde emek gelirlerinin payı artar.

II

Enflasyon oranının yüksek seyrettiği ve emekçileri mağdur ettiği ortamda siyasetçiler enflasyon oranını düşürme baskısı altındadır. Baskı sabit gelirli emekçilerden gelir. Emekçiler örgütlü değilse, örgütleri mücadele etmiyorsa baskının etkisi olmaz.

1980-1989’da TÜFE yılda ortalama yüzde 49 yükseldi, 1990-1999’da yılda ortama yüzde 77 yükseldi. Bu 20 yıl boyunca her seçim kampanyasında büyük mülk sahibi sınıfın siyasetçileri emekçilere ”enflasyon canavarını” yok etmeyi vaad etti.

Mal ve hizmet fiyatlarının sık sık artırıldığı; kiraların büyük oranlarda artırıldığı; döviz kurlarının sürekli arttığı; sosyal baskıyla asgari ücretin ve diğer ücretlerin, memur ve emekli maaşlarının artırıldığı; nihayet para arzının sürekli arttığı ortamda, siyasetçiler ve akademikler bu olaylardan hangisinin enflasyonun esas sebebi olduğunu tartışarak kafaları karıştırmaktadır.

Yüksek oranlı enflasyonu tetikleyen olay ile, o ülkede yüksek oranlı enflasyonu sürdüren mekanizma aynı değildir. Bizim gibi ülkelerde enflasyon oranı tek haneli rakamlarda seyrederken dolar kurunda hızlı büyük oranlı bir artış, ithal mal fiyatlarını artırarak yerli mallara yayılır. Karşılıklı fiyat artrıma çekişmesi başlar. Toplumda sürekli fiyat artışı beklentisi yaratarak yüksek oranlı enflasyon başlatır. Ondan sonra kur istikrara gelse dahi, yüksek oranlı enflasyon devam eder.

Türkiye’de iktidar yüksek enflasyon oranından şikâyetlere kulak asıyor görünmek için hâlen iki tedbir uygulamaktadır. Biri merkez bankasının faiz oranlarını yüksek tutmak, diğeri enflasyon hedeflemesi gerekçesiyle asgari ücret ve memur – emekli maaşlarını düşük oranda artırmak.
Orta Vadeli Program’da Fiyat İstikrarı başlığı altında şunları yazıyor (21. sayfa):
“…2024 yılında başlaması öngörülen dezenflasyon sürecinin devamında TÜFE yıllık artış hızının 2026 yılı sonunda yüzde 8,5 ile tek haneye düşürülmesi amaçlanmaktadır.
Politika ve tedbirler:

  • Fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis edilmesi amacıyla enflasyon hedeflemesi uygulamasına devam edilecektir. [Asgari ücret ve maaş artışları enflasyon hedeflemesine tabi olacak.]
  • Enflasyonla mücadelede Merkez Bankası tüm politika araçlarını etkin bir biçimde kullanırken, maliye ve gelirler politikalarının para politikası ile eşgüdümü sağlanacaktır. [Merkez Bankası yğksek faiz politikası uygulayacak.]
  • Dalgalı döviz kuru rejimi sürdürülecek, finansal istikrarın fiyat istikrarını gözetecek şekilde
    ekonomiyi desteklemesi sağlanacaktır.
  • Ekonomik dengeleri bozucu ve enflasyonu besleyen tüketim artışlarını önleyecek tedbirler
    alınacaktır.” (OVP 2024, 21. s.)

Enflasyona karşı bu iki tedbiri inceleyelim.

Merkez bankası bankalara kredi verdiğinde uyguladığı faiz oranını artırınca bankalar da kredi faiz oranlarını artırır. Bu, tüketici kredisiyle yapılan tüketim harcamalarını azaltır. Daha önemlisi, özel işletmelerin banka kredisyle üretim kapasitesini artırma harcamalarını (yatırımları) kısar. Liberal iktisat öğretisine göre, mal ve hizmetlere harcamaların azalması üreticileri ve satıcıları mal-hizmet fiyatlarını artıramaz hâle getirir. Böylece enflasyon oranı azalır. Enflasyon beklentisi de söner.

Gerçekte olay başka türlü cereyan eder. Merkez bankası ülkede faiz oranlarını artırıp harcamalar kısılınca, bazı özel işletmeler iflas eder. Bilhassa küçük işletmeler arasında, esnaf, zanaatkâr kesiminde dükkânlar – atölyeler kapanır. Bunların mal varlıkları daha büyük sermayedarların eline geçer. İflas eden küçük işletmelerin işçileri işsiz kalır.

Harcamalar azaldığında ayakta kalabilen işletmeler de üretimlerini azaltır, ama bunlar da bazı işçilerini işten çıkarır.

Neticede işsizlik artar. İşçiler düşük ücrete çalışmaya razı olur, reel ücretlerini koruyamaz. Piyasalarda durgunluk devam ettikçe patronlar fiyat artırmakta daha temkinli davranmağa başlar. Enflasyon oranı azalır. Ama bunun bedelini işsiz kalan işçi aileleri ve reel gelirleri azalan işçi ve memur aileleri öder.

Bizde hükümetin enflasyona karşı uyguladığı ikinci tedbir asgari ücreti ve maaşları gerçekleşen enflasyona göre değil, hedeflediği enflasyon oranında artırmak. Bunun bir amacı tüketim harcamalarını azaltmak; öteki amacı üretim maliyet artış oranını azaltmak. Ücretleri bastırarak üretim amliyet artış oranını azaltarak enflasyon oranını düşürmek düşüncesi, patronların fiyatlarını birim üretim maliyetine sabit bir kâr marjı yani kâr payı ekleyerek tespit ettikleri varsayımına dayanmaktadır. Ücret artış oranı azalınca güya fiyatların artış oranı da aynı şekilde azalacak.

Buradaki sakatlık şurada: bir kere büyük patronların fiyat saptarken malların birim üretim maliyetine sabit bir kâr payı ekledikleri varsayımının temeli yok.

Korkut Boratav, Ahmet Haşim Köse ve Erinç Yeldan Türkiye’de tarım dışı sektörlerde kârların katma değere oranının ortalamasının 2015’te 0,47’den 2021’de 0,62’ye yükseldiğini hesapladı.1 Bu yıllarda imalat sanayisinde de sektör sektör kârlarının katma değere oranının kaç yüzdelik arttığını hesapladılar. Bu suretle Türkiye’de kâr marjları artarken ücret artışını bastırmanın enflasyon oranını düşürmeye yetmeyeceğini gösterdiler.

Orta Vadeli Program’ın enflasyona karşı tedbirlerinde ikinci sakatlık şu: birim üretim maliyetleri ithal malların hizmetlerin (bu arada enerji maliyetinin) etkisi altında da artmaktadır. Hükümetin döviz kuru üzerinde kontrolü yoktur. Dolar kuru serbest ithalatın yol açtığı ticaret açığının etkisi altında artma eğilimindedir. Dolar kuru servet sahiplerinin yurt dışında yatırım amacıyla veya servet biriktirmek amacıyla dışarıya döviz transferlerinin baskısı altında da artma eğilimindedir. Hükümet, dolar kurunun artmaması için yabancı sermaye sahiplerine çeşitli tavizler ve teşvikler vermektedir. İşçi ücret artışları sıfırlansa bile, dolar kurunu sabitlemeden enflasyon oranını düşürmek mümkün değildir.

Şüphesiz dünyada savaşlar, bloklaşmalar ve iklim değişmesi, dünya ticaretinde gıda fiyatlarını ve fosil yakıt fiyatlarını artırmaktadır. Dış âlemde enflasyon yurt içi TÜFE artışını etkiler. Ancak 2022-2023’te yüzde 63 yıllık TÜFE artışını dış âlemdeki enflasyonla izah etmek mümkün değildir. 2022-2023’te dolar kurunun yılda ortalama yüzde 65 artmasını dış âlemdeki enflasyona bağlamak mümkün değildir.

Devletin dolar kurunu kontrol altına alması için ithalatı kontrol ederek dış ticareti dengelemek ve ülkemizin maruz kaldığı uluslararası finansal hareketleri kontrol altına alması gerekir.

III

Neticede enflasyon sosyal sınıflar arasındaki geniş bölüşüm mücadelesinde bir muharebe alanıdır. Emekçilerin geleceğini kurtarmak için, halkı kutuplara ayıran kimlik siyasetini aşıp birleşerek örgütlü mücadele ile mülk sahibi sınıfın iktisadî ve siyasi gücünü kırmaktan, ve Türkiye’nin kapitalist dünya sisteminden hurucunu gerçekleştirmekten başka çare yok.

1 Türkiye’de Derinleşen Yapısal Kriz Eğilimi ve Kâr İtimli Enflasyonun Dinamikleri. İktisat ve Toplum. Aralık 2023.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir