Hasan Nasrallah kimdir?
Hasan Nasrallah 1960’ta Beyrut’un varoşlarında fakir bir ailenin 10 çocuğundan dokuzuncusu olarak doğdu. Devlet okullarında okudu. 1975’te Musa Sadr’ın “Mahrumiyyin” (Mahrumlar, yoksullar) hareketiyle tanıştı. Bu sonraki siyasal hayatını belirleyecek bir dönüm noktasıydı. Iraklı Arap/Şii bir ulema ailesi olan Sadr ailesiyle, dolayısıyla “Irak havzası“yla ilişkilenmesine yol açtı.
Nasrallah Irak’ta, Şii halkı diktatörlüğe karşı bilinçlendirdiği için Saddam Hüseyin tarafından idam edilen Muhammed Bakır es-Sadr, “Mahrumiyyin hareketi” ve sonrasında iç savaş koşullarında milis kuvvetine dönüşecek olan “Emel hareketi“nin liderleri Musa es-Sadr (ki o da Libya’ya yaptığı bir ziyarette esnasında, tıpkı Saddam gibi Sünni Arap dünyasının liderliğine soyunmuş Kaddafi tarafından yok edilecektir) ve Hizbullah’ın politik teorisyeni M. Hüseyin Fadllallah gibi önemli şahsiyetlerin 70’lerden itibaren hem teorik hem pratik olarak inşa ettikleri toplumcu ve devrimci bir İslamcı uyanışın tam göbeğinde yetişti.
Lübnan pratiğinde Mahrumiyyin hareketi ilk kez Müslüman, Hırıstiyan, Dürzi tüm halkların yoksullarına, üzerinde ortaklaşacakları bir güzergah inşa etti. Mahrumlar/yoksullar hareketi, devletten bağımsız sosyal dayanışma kurumları oluşturmanın dışında politik olarak da eylemler, yürüyüşler, boykotlar, grevler gerçekleştiren toplumsal, siyasal ve hepsinden önemlisi sınıfsal bir harekete dönüştü.
Mahrumlar hareketinden, iç savaş koşullarında oluşturulan “EMEL” örgütü de bir milis gücü olarak aynı politik güzergah üzerinde hareket etti. Bir mezhep mezbahasına dönüşmüş ülkede mezhepçiliği değil ortak vatanı, “Lübnan”ı bir toplumsal payda olarak sürekli diri tuttu.
1982’de dönemin koşullarında, İsrail’in işgalci hamlelerine karşı kurulan Hizbullah bu geleneğin daha sistemli ve olgunlaşmış örgütü olarak ilan edildi.
Körfez merkezli mezhep provokasyonlarına karşı sürekli teyakkuzda olan, örgütsel ana çekirdeği Şii olmasına rağmen Sünni Filistin’in en büyük ve hesapsız yardımcısı olan bir siyasal yapının, Lübnan Hizbullahı‘nın ilk genel sekreteri olan Abbas Musavi‘nin İsrail tarafından şehit edilmesinin ardından “emekliliği” olmayan bu “genel sekreterlik” makamına Hasan Nasrallah geçti.
Hizbullah, onun liderliği döneminde de, Siyonizm meselesinin Ortadoğu’daki tüm sorunlar arasındaki belirleyici rolüne karşı devrimci ve enternasyonalist bir tutumu sürdürdü.
Nasrallah’ın liderliğindeki “Şii Hizbullah” ilk günden itibaren “Sünni Filistin Direnişi”nin yoldaşı ve silah arkadaşı oldu.
Hizbullah, Suriye işgali sırasında İŞİD’in Suriye’nin güneyine inmesini dolayısıyla bölge halklarının yok edilmesi ve tüm İslam dünyasını saracak bir mezhep savaşını önlemek için gerillalarını Suriye’ye yolladı. Suriye Alevileri, Hristiyanları ve Sünnilerini kaçınılmaz bir katliamdan korudu. Körfez ülkeleri, Mısır ve Türkiye’de sistematik olarak yükseltilen Hizbullah karşıtlığının/nefretinin altında Nasrallah liderliğindeki Hizbullah’ın bu “oyunbozan” rolü var şüphesiz.
Netanyahu ne yapmak istiyor?
Nasrallah’ın şehadeti Hizbullah kadroları açısından mutlaka ki büyük bir moral yıkım oldu.
Ancak Hizbullah’ın üzerinde durduğu gelenek kollektif akla dayandığı için ayağa kalkması uzun sürmeyecektir.
Siyonizmle Filistin direnişi arasındaki savaş tarihte görülmediği ölçüde asimetrik bir savaş. İradesini, bedenini ortaya koyan bir halka karşı sınırsız kaynağa ve silaha sahip bir soykırım makinesi!
Ancak tüm bu dehşet verici görüntüye rağmen İsrail’in bunu ilanihaye sürdürmesi mümkün değil!
Netanyahu ekibinin yapmaya çalıştığı şey Kasım’daki Amerikan seçimlerine kadar elinden gelen en büyük yıkımı yapmak ve olası ateşkes sürecinde bu emrivaki üzerinden elini yükseltmek.
Bunu kısmen başardı. Gazze’de neredeyse artık geri dönüşü mümkün kılamayacak bir zaiyat ve yıkım gerçekleştirdi! Yine Batı Şeria’da da adım adım toprak işgallerine devam ediyor.
Netanyahu ve çetesi neye güveniyor?
ABD, dünya sermayesindeki nüfuzu, Körfez ülkeleri, Azerbaycan ve Türkiye gibi sadık bölgesel müttefikleri dışında Netanyahu’nun elini güçlendiren, Siyonist saldırganlığı bu denli pervasız kılan en önemli şey yaptıklarının yanına kar kalacağını bilmesi.
Bu cezasızlık güvencesi uluslararası sitemin zaten güçlüden yana taraf olan siyasal geleneğinin ötesinde, hukuksal düzeyde dahi yaptırım gücünü yitirmiş olması. Birleşmiş Milletler ütopyasının tabutuna son çiviler çakılıyor…
Ama daha belirleyici olan güvencesi ise NATO’nun yeniden şekillenen dünya sistemi içindeki agresif pozisyonu ve İsrail’in de artık bir NATO üyesi olması!
Evet pek dillendirilmeyen bu NATO’ya üyelik, AKP iktidarının Türkiye Cumhuriyeti’nin İsrail’in NATO’ya üyelik başvurusuna koyduğu vetoyu kaldırmasıyla gerçekleşti!
İsrail şu anda “gözlemci üye” ama NATO askeri tatbikatlarına katılabiliyor ve tam üye olması sadece bir zaman meselesi…
Netanyahu işte bu kozu kullanarak İran’ı savaşa sokmaya çalışıyor, Böyle bir savaşta “İran’a karşı NATO üyesi İsrail” denkleminin kurulması kaçınılmaz.
İran ve Suriye’nin İsrail’in pervasız saldırganlığı karşında temkinli hareket etmelerinin sebebi bu.
ABD seçimlerinin sonucu ne olursa olsun Pentagon bu senaryoyu zorlayacaktır.
Filistin soykırımı bize ne gösteriyor?
Öncelikle, ekranlardan canlı yayınlanan bu soykırım bize uluslararası sistemin yaptırım mekanizmalarının ne kadar işlevsiz olduğunu gösterdi.
İkincisi, uluslararası dayanışma çabalarının sivil toplum kampanyaları düzeyinde kalmasının, dünya genelinde toplumsal duyarlılığı arttırmasına rağmen devletler üzerinde neredeyse yok düzeyinde bir etkisinin olması, son derece duyarlı dünya kamuoyunun yakından takip etmek dışında somut bir siyaset üretememesi.
Filistin meselesinin de dahil olduğu, dünya genelinde yaşanan savaş ve kaos ortamına yol açan şey, Ortadoğu halklarının içinde bulunduğu mezhep, etnisite ve ulus devlet sınırlarına bölünmüş halkların, kendi geleceklerini tayin edecek bir kolektif irade, siyaset ve enternasyonel bir dayanışma ağından mahrum olmalarıdır.
Halklara dayatılan bu cehennem mahrumların, yoksulların, işçilerin örgütlü sınıf siyasetleri temelinde inşa edecekleri enternasyonel dayanışma iradesiyle ortadan kaldırılabilir.
Ve bu bir laftan ibaret değil…
Filisten’le dayanışma eylemleri içinde İsrail’e lojistik hattını kesebilen yegane eylem biçimi, örgütlü sendikaların karayolları ve limanlar üzerinden gerçekleştirdikleri iş durdurma, nakliyatı engelleme pratikleri oldu.
Türkiyeli emek siyaseti unsurları olarak bizler böyle bir işçi sınıfı dayanışması, enternasyonal sınıf bilinci üzerine şu anda sadece konuşabiliriz.
Ama bu bile bir başlangıç olmalı, sendikal mücadeleyi asgari ücret ve sendikal örgütlenme çıtasının üstüne taşıyabilmek için önümüzde çok uzun bir yol var.
Tüm bu tartışmaları geliştirirken Nasrallah’ın “yoksullar hareketi”nden anti-emperyalist çizgiye ve oradan da ölümsüzlüğe ulaşan siyasal mücadelesi, Filistin mücadelesinin çözülmez yumruğu, dünyanın tüm “mahrum” halkları için önemli bir işaret fişeği olacaktır!
Şehadetin kutlu olsun ey ezilenlerin yoldaşı Seyyid Hasan Nasrallah
Kadrican Mendi